Sodom: Savaşta ve Barışta Müzik Üretmek
Dünyanın her geçen gün daha da kızıştığı şu yıllarda Tom amca, yeni albümleri In War and Pieces ile savaşı tasvir etmeye devam ediyor; günün birinde barışçıl şarkılar yazabilecek ortamın oluşması dileğinde bulunarak. Angelripper telefon hattının öbür ucunda… (Soruların bir kısmında Türkiye'nin en büyük Sodom fanlarından DJ Şener Çetin imzası bulunmakta)
“2010 benim yılım!” dediğini hatırlıyorum, yeni albümden de dinlediğimiz kadarıyla kadarıyla In War and Pieces, Sodom tarihinin en aç ve istekli albümü olabilir mi?
Evet, ama aslında diğer Sodom albümleriyle kıyaslamak istemiyorum. İşte yeni albüm, yeni şarkılar, bilirsin… Yine de öncekilere göre daha iyi bir prodüksiyonu olduğunu söyleyebilirim, ben gayet memnunum.
Bu sefer prodüksiyon koltuğunda Waldemar Sorychta var. Müzisyen olarak thrash metalin içinde olan birisi, ama bugüne kadar üstlendiği prodüksiyon işlerinde Sodom’dan daha karanlık veya melodik isimler var (Moonspell, Lacuna Coil, Tristania, Therion, Samael, Flowing Tears son 10 yılda beraber çalıştığı gruplar). Bu prodüksiyon geçmişi Sodom’un müziğine bu yönde yenilikler getirdi mi? Yoksa daha çok müzisyenlikteki thrash metal alışkanlıkları mı etkili oldu Sorychta’nın?
Waldemar ile Rock Hard Festivali’nde tanıştık. Laf lafı açtıkça birlikte çalışma fikri doğdu, çünkü bir thrash metal albümü üzerinde çalışmak konusunda çok istekliydi. Zamanında Grip Inc.’de de çalmış biri, thrash metalin ne olduğunu biliyor. Parayı pahalı stüdyolara harcamak yerine iyi bir prodüktörle anlaşmak önemliydi, böylece biz de bol bol zaman kazanmış olduk. Prodüksiyon öncesi hazırlıklara başladı, şarkıları öğrendi ve sonra prova odasına gittik. Davul, gitar, vokal, hepsini prova odasında kaydettik, stüdyoda değil. Waldemar çok iyi bir prodüktör, şarkılarla çok ilgilendi. Müzisyen olması sayesinde bolca fikir alışverişinde bulunduk. Tabi en önemlisi albümün tınısı. Devasa davullar, kulağı dolduran gitarlar… Bir başka albümde daha kendisiyle birlikte çalışmayı ümit ediyorum.
En uzun süre (ve bence grubun en kritik dönemlerinde) beraber çalıştığınız prodüktör Harris Johns idi. Sorychta ile Johns’u karşılaştırmanı istesem, Sodom’un tınısının inşasında aralarında nasıl farklar var?
Bence büyük fark var. Harris’in en son hazırladığı albüm M-16, yıllar önceydi malum. Waldemar işini daha iyi yapıyor, çünkü örneğin bir şarkının sözlerini okurken, onu beş veya altı farklı şekilde söylememi tavsiye ediyor; Tom Araya, Cronos, Lemmy veya eski Sodom vokalleri gibi… Daha sonra miksaja başlarken bunlardan uygun olanları seçip ortaya daha iyi bir sonuç çıkarıyor. Titiz, ne yaptığını bilen, çalışkan biri ve böyle olunca ortaya çıkan şey gerçekten hayranlık uyandırıcı.
Maskotunuz Knarrenheinz için yazılan bir şarkı da var yeni albümde. Bu şarkıdan biraz bahsedebilir misin?
Knarrenheinz albüm kapaklarımızda görünen askerin adı. Bu şarkıyı prova odasındayken yazmıştım, ilk etapta sözleri yoktu. Şarkının adı da tesadüfen belirlendi. Bunca yılın ardından Knarrenheinz kendi adını taşıyan bir şarkıyı hak ediyordu. Böylece başından geçen maceralar, yer aldığı albüm kapaklarının hikayeleri üzerine Almanca sözler yazmaya başladım. Bence güzel de bir thrash metal şarkısı. Konserlerde yer bulmaya müsait bir havası var.
Heavy metal dünyasındaki diğer grupların maskotları arasında senin favorin hangisi?
Motörhead’in neredeyse bütün albüm kapaklarında bulunan kurukafasıdır (nam-ı diğer Snaggletooth –Alper). Gerçekten çok hoşuma gidiyor, her albümde değişik tarzlarda görünüyor. Ama en çok ilk albümdeki halini seviyorum, bence en iyisi o.
In War and Pieces’ın kapağını 1984 doğumlu Eliran Kantor çizdi. Onunla birlikte çalışmanız nasıl gerçekleşti? Daha önceki önemli işleri bir referans oldu mu? (Eliran Kantor; Testament, Mekong Delta, GWAR, Atheist gibi grupların son dönemdeki albüm kapaklarını hazırlamıştı)
Onu daha önce kişisel olarak tanımıyordum. Grafik sanatçılarından albümlerimize kapak hazırlamak için birçok e-posta alıyorum. Eliran da e-posta atanlardan biriydi. Başından beri büyük bir Sodom hayranı olduğunu ve oldukça hevesli olduğunu anlatıyordu. Böylece kişisel sitesini inceledim, sergilediği çalışmaları gördüm ve yeteneğini beğendim. Birkaç telefon görüşmesi, e-posta yazışması sonucunda kendisine “Yeni kapağı hazırlayacak olan adam sensin” şeklinde haber verdim, “bir savaş sahnesi lazım”. Ardından hemen fikirleri gelmeye başladı, mesela Sodom logosunu bir tank üzerine koymak… Hazırladığı kapaktan çok memnunum. Tabi sadece kapak değil, kitapçığın tasarımını, şablonları da hazırladı. Oldukça iyi bir iş çıkardı.
Kendisine herhangi bir yönlendirmeniz oldu mu?
Yok hayır. Sadece kapakta Knarrenheinz’ın olmasını ve savaş temasını işlemesini söyledim. Bunun dışında ekleyeceği şeylerde bir müdahalem olmadı. Sanatçı o sonuçta, kendi içinden geleni yansıtabilmeli. O da ortaya çıkan sonuçtan memnun kaldı.
Grubun şu anki kadrosu en istikrarlı kadro malum. Sodom’un önceki kadrolarında olmayıp, 1997’den beri olan özellik ne sence? (Bu soruyu sorduktan tam bir hafta sonra davulcu Bobby’nin ayrılması beni şom ağızlı yapar mı? –Alper)
Bunu bilmiyorum. Geçmişte gruptan birini kovduğumda her zaman için iyi bir nedenim vardı. Kimseyi gereksiz bir sebepten ötürü kovmadım. Ama bugün üçümüz aynı yaşlardayız, iyi birer arkadaşız, birlikte her şeyi konuşabiliyoruz. Bobby ve Bernemann Sodom’un 1981’den beri benim grubum olduğunu biliyorlar. Ama beni desteklemek istiyorlar, grubu ve müziğini seviyorlar… Bence en önemli olan unsur birlikte her şeyi konuşabilmek. İsteklerini dile getirebiliyorlar, ben grupta diktatör konumunda değilim zaten. Demokratik bir hava var. Bu sayede birlikte müzik yapabiliyoruz, bir problemimiz yok. Ben mevcut kadroyu her zaman mümkün oldukça korumaya gayret ediyorum.
Sodom’un diskografisinde 2000’ler 90’lara kıyasla daha az albüm ile kapanmış görünüyor. Üretkenlikle ilgili şüphem yok, zaten bir röportajında seyrek aralıklarla albüm çıkmasını ekonomik sebeplere bağlamıştın. Bu noktada 90’lardaki ekonomik durum ve müzik endüstrisinin işleyişiyle 2000’leri kıyaslayabilir misin?
Bence 1990’larda birçok grup plak şirketleriyle problemler yaşadı. Nedenini gerçekten bilmiyorum. Birçok grubun o dönemde müziklerini, tarzlarını değiştirdiğini veya dağılıp sonra yeniden bir araya geldiklerini biliyorum. Biz hiç böyle sorunlara kafayı takmadık, 90’larda hep ortalıktaydık ve yeni kayıtlar yayınladık. Geriye bakınca, Sodom o dönemde Get What You Deserve, Tapping the Vein, Masquerade in Blood gibi en ağır albümlerini yayınladı. Kafaya takmıyoruz, bir daha Agent Orange’ın başarısını yakalayamayacağımızı biliyoruz. Her zaman inişler-çıkışlar olacak, bunun için yaşamıyor muyuz zaten? Biz sadece kendi istediğimiz müziği yapıyoruz ve bu da thrash metalin anlamını veriyor elbet. Thrash metal bana göre özgür olmak, istediğimi yapabilmek demektir. Bu çok önemli, özellikle de müzik için. Ekonomik sıkıntılar ise her zaman vardı aslında, ama bugünlerdeki sıkıntıların nedeni insanların müziği internetten edinmesi, bir dükkana gidip albüm almaması.
Grubun dönem dönem iniş-çıkış yaşadığından bahsettin. Peki Sodom’un en kötü zamanları veya en kötü albümünü sorabilir miyim?
Bence en kötü zamanlar kesinlikle 90’lardaydı, o ara albüm satışları oldukça düşüktü. Birçok grubun o dönemlerde neden dağıldığı sorusunun da cevabı bu sayılır. Bizim hiçbir zaman dibe vurduğumuz bir dönemimiz olmadı. Biz her zaman bir şekilde ilerlemeye devam ettik. Ama eğer en iyi zamanı soracak olursan Agent Orange’ın yayınlandığı zamanı söyleyebilirim. Onun başarısıyla kendi hayatımı müzikten kazanabileceğimi fark ettim, bu sayede kömür madenindeki işimi bırakabildim. Bu benim hayatımın en iyi anı kesinlikle. Yapmayı sevdiğin şeyi mesleğin haline getirmek… En kötüsü, 90’larda olduğu kesin ama açıkçası bilemiyorum. Sürekli turnedeydik veya albüm hazırlıyorduk çünkü.
Yani en kötü Sodom albümü için bir isim vermeyeceksin?
Birçok insan en kötü Sodom albümü için Obsessed By Cruelty’i öneriyor. Ama çıkıp bu albümün en iyi Sodom albümü olduğunu söyleyecek olan hayranlarımız olduğunu biliyorum. Çünkü black metal dinleyenler arasında ilklerden biri sayılıyor. Masquerade in Blood kötü bir sese sahip güzel bir albüm. Bunu söyleyebilirim ama en kötü albümün hangisi olduğunu seçemem çünkü yaptığın her albüm kendi zamanı için doğru albümdür. Biz hep zamanın ruhunu korumaya çalışıyoruz. Bu yüzden tam olarak hangi albümümüzün en iyi ya da en kötü olduğunu söyleyemiyorum.
Bir keresinde üşenmeyip izini sürdüğüm 125 thrash metal grubunun kuruluş yılı, ülke ve bölgeye göre sınıflandırılmış tablosunu çıkarmıştım. Dikkatimi Alman grupların çoğunun North Rhine-Westphalia bölgesinden gelmiş olmaları çekti. Bu bölgeyi ve memleketin Gelsenkirchen’i bize biraz tanıtabilir misin?
Gelsenkirchen, Ruhr vadisinin üzerindeki diğer kentler, Essen, Dortmund… Buraları işçi sınıfın gelip yaşadığı yerler. Yıllar önce burada kömür madenleri, demir-çelik endüstrisi çoğaldı. Bu nedenle birçok insan madenlerde çalışıyor, biliyorsun ben de onlardan biriydim. Sonra bir ara bu madenler kapandı… (editöre not: buradan sonrasını çözemedim)
Maden ocaklarında çalıştığın yıllar hakkında neler hatırlıyorsun peki?
Neredeyse geçirdiğim her günü hatırlıyorum. Biliyorsun madende çalışmak gerçekten çok zorlu bir meslek. Eğer Gelsenkirchen’de doğup büyüdüysen başka bir alanda çalışmana pek ihtimal yoktur. Bu yüzden babam ve dedem madenlere gidip çalışmam gerektiğini ve böylece ayda 100 Mark kazanıp, ne satın alacaksam bu parayı kullanacağımı söylediler. Çok zor bir meslek, ama orada çalışan insanlar bir aile gibiydi. Herkes birbirinin sorunlarına yardım etme çabası içindeydi. İşten çıkınca evlerinin önüne oturup beraber bira içerler, çocukları beraber sokaklarda oynarlar… Tanımlamak biraz zor, ama hep iyi şeyler hatırlıyorum çünkü her ay kendi paramı kazanıyordum, orada güvende hissediyordum, kendi dairem vardı, kısacası iyi bir hayatım vardı.
Ama madende çalışmak riskli bir iş malum. Senin başından bir kaza geçti mi hiç?
Yok hayır, hiç geçmedi. Kolumda ve sırtımda birtakım çizikler olurdu, o kadar. Fakat o yıllarda bile oradaki madenlerde çalışmak güvenli sayılırdı. Şili’de günlerce mahsur kalan işçilerin çalıştığı ortamla karşılaştırılamaz bile. Almanya’da maden tesisleri modern ve yüksek teknolojiyle inşa edilmiş durumda. Elbette tehlikeleri var hala ama başlangıçta olduğu gibi değil. Benim başımdan büyük bir kaza geçmedi, arkadaşlarımdan geçiren oldu, bazısı hayatını kaybetti. Ama ben sadece vücudumdaki çiziklerle atlattım.
2010 yılı gerçekten senin yılın oluyor gibi. Yeni Sodom albümünün dışında Lords of Depravity Part II, Agent Orange albümünün yeniden basımı, Die Knappen ile beraber çıkaracak olduğun albüm… Peki Onkel Tom projesi ne durumda? Yeni bir albüm için hareketlenme başladı mı?
Die Knappen de madencilikle ilgili, ama sadece yerel bir grup. Onkel Tom ise bu aralar stüdyoda. Şimdiye kadar davulları ve gitarları kaydettik. Grubu iki yıl önce yeniden bir araya getirmiştim, yaşadığım bölgedeki müzisyenleri toplamaya çalıştım. Böylece beraber prova yapmak, yeni şarkılar yazmak için birçok fırsatımız oldu. Yeni albüm için on sekiz tane yeni şarkı kaydettik. Muhtemelen önümüzdeki Mart ayında yayınlanacaktır. Oldukça güzel bir albüm oldu, iki tane gitarist var, güçlü bir kayıt, farklı tarzlar, Almanca sözler… Onkel Tom’un başlangıç dönemleriyle kıyasladığında gerçekten kulağa iyi geliyor. Dinleyince şaşıracağını düşünüyorum.
Protector’un Golem adlı albümünde Space Cake şarkısında vokal yapmıştın…
Evet baya bir zaman önceydi. Protector grubundakiler oldukça iyi arkadaşlarımdı. Davulcu Michael Hasse (1994’te aramızdan ayrıldı –Alper), birkaç elemanın daha, bir Sodom fan kulüpleri vardı. Böylece iletişime geçtik. Sonra bir ara Michael kendi grubunu kurdu, kayıtlara başladı, bu şarkıdaki vokalleri üstlenmemi rica etti. Oldukça iyi bir sonuç çıktı, eğlenceli zamanlardı…
Sanırım şimdiye kadar sanırım iki tane DVD çıkardınız, yeni bir tanesine daha hazır mısınız peki?
Hayır şimdilik değil… Bu aralar oldukça meşgul geçiyor gördüğün gibi. İleride neler olacağını göreceğiz, belki gelecek yıl konserlerimizden birini kaydedebiliriz. Şubat ayı için bir turne planımız var. Kameramı her zaman yanımda taşırım, böylece bir olay denk gelirse malzeme çıkmış olur. Ama bunları planlayamayız elbet. İlk DVD’mizi çıkardığımızda elimde kullanılabilecek çok fazla malzeme vardı, baştan beri oluşturduğum arşivimi ortaya çıkardım, bir araya getirdik, kesip biçerek DVD’ye sığacak hale getirdik. Ama böyle bir şeyi bundan sonra planlamak mümkün değil, bu yüzden beklememiz lazım. Bekleyip biriktirmek gerekiyor, eldekilerin bir hikaye oluşturması gerekli. Elbette Lords of Depravity için üçüncü bir bölüm olacaktır ama ne zaman olur bilemiyorum.
Bir kitap yazdığını duydum, emin değilim gerçi ama internette arayıp da bulamamıştım. Neyle ilgili bu kitap?
Kartpostallarla ilgili bir kitap bu. Yaşadığım kentle ilgili tarihi kartpostalları biriktirip oralardaki manzaraları mümkün aynı noktadan fotoğraflamak üzerine… İlginç bir şey çünkü bir yerde duruyorsun ve hem 100 yıl önce nasıl göründüğünü, hem de şimdi nasıl göründüğünü izleyebiliyorsun. Birkaç satırla açıklamaları da var. Bu kitap internetten sipariş verilerek edinilemiyor, sadece buralardaki yerel kitap mağazalarında bulunabiliyor.
Bir film vardı, Smoke adında. Onu izledin mi? Çünkü onda da her gün tam olarak aynı yerden fotoğraf çekmekle ilgili fikirler vardı.
Yok izlememiştim.
Hmm, izlemeni tavsiye ederim. Harvey Keitel başrolde oynuyor.
Evet, gerçekten güzel bir ilham kaynağı olurmuş. Ama bu benim üçüncü kitabım. İlk kitabımda Ruhr bölgesinden kartpostallar vardı. İkinci kitapta daha çok 1950’ler, 60’ların Almanya’sı hakkında şeyler yazdık. Böyle şeylere zaman ayırmak istiyorum, bir şeyler hakkında yazmaya çalışıyorum. Kartpostallar, kitaplar biriktiriyorum. İnsanlara kartpostalları göstererek “Eskiden burası böyle görünüyordu işte” demek istiyorum.
Yani müziğinde savaş ve şiddet üzerine sözler yazıyorsun, boş zamanlarında biraz daha huzur verici şeyler biriktiriyorsun.
Evet doğru hahah. Ama bir thrash metal grubunda müzik yapıyorsan sözlerin böyle olması doğal. Kişisel, duygusal… Her gün dünyada neler olup bittiğini takip ediyorum ve Afganistan’daki olaylar, çocuklara cinsel istismar vakaları, ekonomik krizler, dünyada başka nefret ettiğim ne varsa… Bunları duymak beni sinirlendiriyor, ayrıca duygusal olarak üzüyor da. Ben de bunları şarkı sözlerine aktarmaya çalışıyorum. Thrash metal vokalistiysen bütün bunları sahneden haykırman gerekiyor. Örneğin Manowar’daki gibi klişeleşmiş şarkı sözlerinden nefret ediyorum. Ben şarkılarımda savaşla ilgili, dünyadaki kötü olaylarla ilgili yazmak istiyorum. Benim hayalim özgürlüklerle dolu barışçıl bir dünyada yaşamak. Bu gerçekleşirse o zaman başka şeylerle ilgili şarkılar yazabilirim ama bugünlerde hiçbir şey güllük gülistanlık değil. Ben de bu kötü olaylardan ilham alarak yazıyorum.
Bildiğin gibi bu yıl thrash metalin 4 büyüğü beraber bir turneye çıktı. Peki sizler Alman thrash metalinin 4 büyüğü; Sodom, Destruction, Kreator ve Tankard olarak bir turne yapmak ister misiniz?
Bu açıkçası benim de bir temennim. Ama planladığımız bir şey yok. Birtakım engeller var çünkü mesela Kreator sürekli turneyle meşgul, anlaştığımız plak şirketleri, menajerlik ajansları hep farklı… Benim dileğim beraber birkaç konsere çıkmak, büyük bir turne değil. Almanya ve çevresinde, belki Avrupa çapında beraber turlamak. Ama idare etmesi zor bir şey olur. Schmier sürekli görüştüğüm bir arkadaşım, keza Mille de öyle, bir dahaki sefere bir araya geldiğimizde bununla ilgili konuşacağız sanırım.
Persecution Mania’nın kapağı Aragonta Agigators 1983 EP kapağına oldukça benziyor. Bunun hakkında bir şey duydun mu?
Bilmiyorum, bence Persecution Mania daha önce gelmiştir. Bence diğer grup kopyalamış olabilir veya ilham almıştır. Persecution Mania 1986 ya da 85 civarında çoktan çizilmişti, biz de 1987’deki albümün kapağında kullanmıştık. Öyle bir şey var mıydı bilmiyorum ama o albümden sonra birçok grup kapağında buna benzer şeyler yapmaya başladı, işte bir asker, bir haçın önünde, savaş sahnesi… İyi gruplar özgün şeyler üretmek zorundadır.
Son olarak Türkiye konserlerinden aklında kalan anıları sormak istiyorum. Neler hatırlıyorsun ülkemizden?
Çılgın insanları! Bu bizim en son Yunanistan konserimizdekiyle aynıydı. Atina’da çalmıştık ve hem buradaki, hem Türkiye’deki dinleyiciler konserde inanılmaz eğleniyorlardı. Bir sürü sahne dalışı, slam dansı yapanlar… Müzik bu işte, thrash metal böyle. Seyirciler grubu görmek, onlarla iletişim kurmak istiyorlar ve Sodom da dinleyicilerine yakın durmaya çabalayan bir grup. Böyle ülkelerde çalmak zaman makinesine aylayıp 80’lere geri dönmek gibi bir şey. Buralarda çalmak gerçekten çok güzel, Türkiye’de tekrar çalmak için gelecek fırsatı dört gözle bekliyoruz. Dilerim gelecek yıl tekrar görüşebiliriz.