Mercyful Fate & King Diamond

Ameliyat masasından kalkıp sahnelere geri dönen King Diamond’ın anlatacağı korku hikayeleri henüz bitmedi.

King Diamond geçtiğimiz 9 Haziran’da uzun bir aranın ardından ilk defa upuzun bir konsere çıkarken biraz tereddütlü olmalıydı herhalde. Solunumdan sorumlu organları falsettoya çıkmayı, aniden diplere, kapkalın seslere inmeyi kaldırabilecek miydi, yoksa ona hiç haber vermeden iflas bayrağını çekecek miydi? Korkulan başına gelmedi, Sweeden Rock Festival’daki konseri başarıyla tamamladı. Konukları Hank Shermann ve Michael Denner’ı (Mercyful Fate), Michael Poulsen’i (Volbeat) ve Mikkey Dee’yi (Motörhead) ağırlayıp sahne arkasına yolladı. Black Horseman şarkısı ile İsveç seyircisine veda ederken sesinde ölümden dönmenin muzaffer tınısını taşıyordu. Kolay değil, 2010 yılı sonlarında kaldırıldığı hastanede iki oturum süren bir açık kalp ameliyatı geçirdi. Makineye bağlandı, akciğerleri boşaltıldı, boğazından boru geçirildi, ön kaburgası kesilip kalbinin üzeri açıldı ve ameliyat başladı. King’in aklından berbat düşünceler geçiyor, ama ne konuşabiliyor, ne de elini kolunu oynatabiliyordu. Ameliyat bitip de kaburgası yerine yapıştırılıp, kalbi elektroşokla uyarılarak yeniden çalıştırılıncaya kadar King Diamond beş saatliğine ölümün tadına baktı. O esnada tahminen hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmekle meşguldü…

Düz biyografi…

1956 yılının Kopenhag kentinde doğan Kim Bendix Petersen’in King Diamond’a giden yolu 70’lerde başladı. 1974 ile 1976 arasında Brainstorm adlı bir hard rock grubundaydı, henüz sadece gitar çalıyordu. Sonra 1979’da kurulan Black Rose’a vokalist olarak katıldı. Eylül 1980’in sonlarına doğru kaydedilip, ancak 2001’de yayınlanan bir prova kaydından başka bir eser vermediler, ertesi sene dağıldılar zaten. O dönemde özellikle Alice Cooper’ın etkilediği King Diamond’ın karakteristik özellikleri yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Korku hikayeleri ve konserlerde karanlık teatral öğeleri ilk defa burada denemişti. Mercyful Fate’in ilk adımları ise Black Rose sonrası King’in katılacağı Brats adlı toplulukta atılacaktı. Brats 1977’de kurulan bir punk grubuydu ve kadrosunda ileride Mercyful Fate’de göreceğimiz Hank Shermann ve Michael Denner’ı da içeriyordu. King Diamond vokalde onlara katıldığında kadro büyük oranda değişmiş durumdaydı, grubun tarzı heavy metale doğru kayıyordu. İlk Mercyful Fate bestelerinin kökenleri bu gruptaki şarkılarda saklıydı. Grubun bağlı olduğu plak şirketi yeni şarkıları beğenmeyince Brats’in ufak hikayesi de 1981’de sona yaklaştı.

Brats’ten çoktan ayrılmış olan Michael Denner, grup dağıldıktan sonra King Diamond ve Hank Shermann’ı çalışmalarında yardıma çağırınca, ardından aralarına Timi Hansen katılınca, davulda ve basta bol eleman değişiklikleri sonucunda zaman içerisinde yaptıkları şey nihayet Mercyful Fate’e dönüştü. 1983 ve 1984’te arka arkaya Melissa ve Don’t Break the Oath klasiklerini patlattılar. Efsane kadro vokalde King Diamond, gitarlarda Hank Shermann ve Michael Denner, basta Timi Hansen ve davulda Kim Ruzz’dan oluşuyordu. Ama maceranın bu bölümü çok uzun sürmedi, King Diamond ile Hank Shermann arasında müziğe yaklaşım konusundaki farklar grubu birbirinden ayırdı. Shermann “Fate” adında melodik rock tarzında bir grupla devam ederken, King yanına Denner ile Hansen’i de alarak kendi adını taşıyan esas grubunun yolculuğuna başladı. Mikkey Dee davulda, uzun yıllar King’in yanında yer alacak olan Andy LaRocque da gitarda onlara katılmıştı. 1986’dan itibaren Fatal Portrait, Abigail, Them, Conspiracy ve The Eye albümlerini arka arkaya yayınlarken önce Denner ve Hansen gruptan ayrıldı, Conspiracy’den sonra da Mikkey Dee… Ardından yıllarca bol miktarda eleman değişiklikleri…

…biraz sıkıcı…

90’ların ilk yarısı King Diamond grubu için biraz sessiz geçti, çünkü Mercyful Fate geri dönmüştü. Kim Ruzz haricinde orijinal kadro yeniden bir araya geldi, 1993’te In the Shadows’u çıkardı. Ama Timi Hansen de pek uzun durmadı, eleman değişiklikleri Mercyful Fate’i meşgul etti. 1998’deki Dead Again albümünden itibaren artık Michael Denner da yoktu, sonraki sene çıkacak olan “9” ise Mercyful Fate’in son albümü oldu.

Aynı zamanda Mercyful Fate ile de uğraştığı düşünülürse King Diamond 90’ların ikinci yarısında inanılmaz bir tempo ile çalıştı: 1995 ile 1999 yılları arasında Mercyful Fate’ten de, öbür grubundan da üçer tane albüme imza attı. 2002’deki Abigail II: The Revenge’den itibaren King Diamond’ın çekirdek kadrosu artık sabitleşmişti. King ve LaRocque’a gitarda Mike Wead, basta Hal Patino ve davulda Matt Thompson eşlik ediyordu. 2003’te The Puppet Master, 2007’de “Give Me Your Soul… Please” albümleri, DVD çalışmaları derken günümüze kadar geliyorduk. 

…ama müzik değil!

Mercyful Fate’in 80’lerdeki hikayesi kısa sürmüş olabilir, ama o sıralar Avrupa’da NWOBHM ile yanıp kavrulan heavy metal ortamlarına inanılmaz bir soluk gelmişti bu Danimarkalı beşli ile birlikte. Venom, şarkılarındaki sözlerle ve kontrolsüz müziğiyle dinleyicileri sarsar, Black Metal adlı albümle çocuğun adını koyarken, Celtic Frost henüz o zamanlar Hellhammer kılığında müziğe karanlık katarken, Bathory henüz ortalıkta yokken black metal akımının dört öncülünden biri olan Mercyful Fate, King’in meşhur makyajı ile “corpse paint” mevzusunu tedavüle koyuyor, yazdığı şeytani sözlerle Venom’a bu görevde katkıda bulunuyordu.

İlk albüm Melissa’nın müziğini tümüyle Hank Shermann yazmıştı. Birçok NWOBHM grubuna adeta “çift gitar melodileri öyle olmaz, böyle olur” dercesine muhteşem, insanın kanını kaynatan bir şeyler vardı o şarkılarda. Geceleri uykudan uyanıp su içmeye kalkarken aklına gelen riflerden derlediği ve en az 16 farklı rif içeren 11 dakikalık epik Satan’s Fall albümün ortasına yumruğunu vuruyor, tempolu ve aksak girişiyle “vur patlasın çal oynasın metal”e göz kırpıyordu. Don’t Break the Oath’ta da devam eden bu mükemmel müzikal altyapının üzerine grubu benzersiz yapan en önemli şey ise kesinlikle King Diamond’ın türünün tek örneği olan gırtlağıydı. 8 oktav gücünde olduğu iddia edilen sesi inanılmaz yüksek notalara çıkabiliyor, sonra aniden düşük perdelere iniyor, oradan normal seyrine dönebiliyordu. Mercyful Fate’teki çalışmalarında pek göz önünde değildi ama, kendi adını taşıyan grubunda şarkıları aracılığıyla hikayeler anlatmaya başladığında birbirinden farklı tonlarda konuşabilmesi, King Diamond albümlerini tek kişinin seslendirdiği bir radyo tiyatrosuna dönüştürüyordu, elbette bir çeşit metalik opera gibi olanından. Böyle bir hikaye anlatımı konsept albümleri de beraberinde getiriyor, müziği belirli sınırların dışına çıkamaz halde bırakıp klavye gibi atmosfer yaratan öğelerle besliyordu. Birkaç albüm sonra bu hikayelerden “King Diamond evreni” oluşmuştu, çünkü bazı karakterler ileride başka hikayelerde de görünebilecek, yeni albümler geçmiş hikayelerdeki öğelere gönderme yapacaktı. 

Hikayenin sonu henüz gelmedi

Geçirdiği ameliyat sonrası bir daha şarkı söyleyebileceğini üzülerek de olsa beklemeyen dinleyiciler müjdeyi Metallica’nın Aralık 2011’deki otuzuncu yıl etkinliklerinde aldılar. Kutlamaların ikinci konserinde Mercyful Fate’in davulcu dışındaki orijinal kadrosu sahneye çıktığında tarihi bir an yaşanıyordu kuşkusuz. Sahnede 8 adam beraber Garage Inc. albümündeki Mercyful Fate potpurisini çaldılar. King Diamond şarkının sonlarına doğru yüksek notalara nefes yetirmekte zorlansa da bu performansı izlemek ve dinlemek muhteşem bir histi. Yılın haberi ise King Diamond’ın Sweeden Rock Festival ve Hellfest için birer tane konser ile yeni albüm çalışmalarının sonbaharda başlayacağının açıklanması oldu. Haziran’daki bu iki konser, mutlaka internetteki fotoğraflardan görülmesi gereken muhteşem bir dekora sahip sahnede gerçekleşti.

King Diamond ölümden döndü ve şimdi en iyi yaptığı işlerden birini, yeni albüm için yazacağı yeni hikayesini kurguluyor. Ameliyat masasında yaşadığı, birçok korku hikayelerine taş çıkaracak tecrübeler yeni hikayede yerini bulacak mı? Bize şimdilik King’in yanardöner sesiyle şenlenen sıcak yaz akşamlarında hayal kurmak kalıyor.

Lars’ın Pırlanta Düşkünlüğü (2)

1972 yahut 73’te Deep Purple’ın Danimarka’da verdiği ilk konserin seyircileri arasında kim bilir kaç tane daha geleceğin önemli müzisyeni vardı bilinmez, ama birbirinden habersiz iki isim, Lars Ulrich ve King Diamond, geçen ay kaybettiğimiz Jon Lord’un klavye sololarında aynı anda coşmakla meşguldüler. Ulrich ABD’ye taşınana kadar kim bilir kaç aynı konseri daha izlediler… Tesadüf odur ki, 1984’te Ride the Lightning’i kaydetmek üzere Kopenhag’a gelen Metallica, stüdyonun bir başka bölümünde Mercyful Fate’in bulunduğunu öğrenmişti. Hayranlık müessesesini bugün bile sonuna kadar yaşayan nadir müzisyenlerden biri olan Lars Ulrich bunu duyunca King Diamond’la tanışmadan edemedi. Haber yollandı King’e, normalde yabancı biriyle tanışası yoktu o sırada. Ama Danimarkalı meşhur tenisçi Torben Ulrich’in oğluyla tanışmanın ilginç olabileceğini düşündü ve 28 yıldır süren bir dostluk başlamış oldu. Metallica Danimarka’ya her geldiğinde onları oturduğu perili apartman dairesinde misafir etti King Diamond. 1993’teki In the Shadows albümünde Return of the Vampire’ın davullarını Lars Ulrich çaldı. Garage Inc. albümündeki Mercyful Fate potpurisini King Diamond’a ilk defa Ulrich telefonda konuşurlarken dinletti, King Diamond uğradığı şaşkınlık ile neredeyse sandalyeden düşüyordu! Metallica ile geçmişte de beraber sahneye çıkmıştı. 1999’da bunu yaptıklarında Hank Shermann da davetliydi, bilinen bir başka birliktelik ise 2008’deydi. Lulu ile hayal kırıklığı yaşayan Metallica hayranları ara sıra hayal ederler, “Keşke” derler, “King Diamond’ın sağlığı müsait olsaydı da Metallica Lou Reed yerine onunla albüm yapsaydı!”. Düşüncesi bile heyecan verdi, şimdi odama çekilip 2014’te tanışmalarının otuzuncu yılı şerefine beraber çalışabilme ihtimallerini seveceğim.

Bir Cevap Yazın