Jethro Tull

44 dakikalık tek şarkıdan oluşan Thick as a Brick albümünü baştan sona çaldığı turne dahilinde Jethro Tull’ın esas adamı Ian Anderson, Küçükçiftlik Park’ta sahne alacak. Kökler’de Jethro Tull’ı anlatmanın zamanı gelmiştir…

Aslında hakikaten 1960’lı yıllar ve biraz sonrası inanılmaz bereketli; arka arkaya dev gruplar, “efsane” kelimesi ile anılacak müzisyenler çıkıyordu müzik sahnesine. 50’lere kadar olan gitarlı müzik, 50’lerin ortasında rockabilly ve rock’n’roll halinde patladıktan sonra müzikte hiçbir şey eskisi gibi olmadı, önü alınamaz bir akım uzun yıllar ABD ile Britanya arasında pinpon topu misali okyanus boyu bir oraya, bir buraya savruldu. Her yeni efsane grup, bir yakanın ötekine cevabıyken, Avrupalı ülkeler de ara sıra araya giriyor, kendi efsane gruplarıyla gezegendeki nitelikli müziğin devasa niceliğinde var olmaya çalışıyordu. Lafa damdan düşer gibi girmemin arkasında da bu hareketin bugün bile hakkında düşünenleri şaşırtmaya devam etmesi var kuşkusuz. Jethro Tull’dan yola çıkıp uykuyla karışık koltukta sızarak kestiren zihnim; böylesi bir hareketliliğin bizleri bugün bu kadar şaşırtırken, o yıllarda grupları bir “var olma” mücadelesine nasıl dahil ettiği, bu mücadeleyle beraber müziğin gelişiminin ve çeşitlenmesinin nasıl da ivmelendiği düşünceleriyle dolup taşıyor.

O yıllarda yeni kurulan ve kendi besteleri olan bir grubun kendini tanıtması için fazla bir seçeneği yoktu. Şimdi internete icralarını yüklüyorlar, onun öncesinde maliyeti düşük olan kasetlere demo kayıtlar yapıyorlardı, nihayetinde elle tutulur, aynen tekrarlanabilir bir ortamdaki bir ürünle keşfedilmeyi bekliyorlar, bekliyorlardı. Kasetin yaygınlaşmasından önceyse barlar müzik endüstrisinin altyapı yuvasını oluşturuyordu. Plak şirketlerinden menajerler gelir, pek fazla çaktırmadan düzenli olarak barlardaki performansları izler, beğendikleri gruplara kancayı takarlardı. Gruplar ise adlarını dev isimlerin yanlarına taşıyabilmek için canlı performanslara çok önem verir, bir menajer tarafından keşfedilmeyi beklerdi. Her başarısızlıkta gruplar beyaz bir sayfa açıp isim değiştirirdi, böylece onlara başka bir sahne şansı tanımayan barların programlarına yeniden dahil olabilirlerdi. Grupların biraz öngörü sahibi de olması gerekirdi çoğunluğun arasından sıyrılıp ilerleyebilmesi için. Daha önce denenmemiş şeyleri yapmak, kendisiyle özdeşleşen bir imaj, bir maskot, bir enstrüman ile müzikal yolculuğunu sürdürmek de önemliydi. Zirveye uzanan uzun yolda daha birçok formül ve şans faktörü bulunsa da, en nihayetinde o yılların en önemli iki adımı bunlardı. 

Var olma çabaları

Ve tam bu noktada konu Jethro Tull’a bağlanır, çünkü bütün bu çıkarımlar Jethro Tull’ın hikayesinden esinlenilmiştir. 1967’de önceki gruplarından John Evan Band ile Blackpool kasabasından Londra’ya taşınan Ian Anderson, bir süre sonra parasızlık yüzünden memleketlerine dönen grup arkadaşları tarafından yalnız bırakılınca, ilerleyen günlerde bir araya getireceği yeni grubuyla şansını barlarda denedi durdu. Denemeler o kadar başarısızdı ki, grup sürekli isim değiştirip duruyordu. Bir yerden sonra gruplar yorulup bu isim koyma işini organizatörlere bırakıyorlardı. Tarih meraklısı bir organizatör Ian Anderson’ın grubuna Jethro Tull ismini verdiğinde nihayet grubun performansı beğenilmişti, yeniden çalmaları için daveti kapmışlardı. On sekizinci yüzyılda yaşamış bir botanikçinin adı böylece grubun üzerinde kaldı.

Bar programında düzenli çalma fırsatını elde ettiği sıralarda Chrysalis adlı plak şirketiyle de anlaştı Jethro Tull ve baştaki çıkarımlara ilham kaynağı olan ikinci harekete, kendine özgü bir özellikle benzerlerinin arasından sıyrılmaya eğilim gösterdi. O güne kadar gitar çalan ve kendisinin gayet sıradan bir gitarist olduğunu düşünen Ian Anderson, bir flüt satın aldı ve bir yandan grup devam ederken, diğer yandan yeni enstrümanını öğrenmeye çabaladı. Jethro Tull adı konduğunda daha sadece iki haftadır flüt çalıyordu Anderson. 1977’nin 10 yıl öncesinden adeta bir punk tavrı gösterdi ve henüz yeni öğreniyor olmasına rağmen konserlerde de flüt çaldı. İşte onları diğer gruplardan ayıran başlıca etmen gelmişti, ileride Jethro Tull’ın müziği hangi yöne saparsa sapsın Jethro Tull denince insanların gözünün önünde flüt belirdi.

Flütlü progresif rock

Jethro Tull denince insanların gözlerinin önünde “progresif rock” kelimeleri de beliriyordu, ancak aslında grubun diskografisi birçok farklı tarzı deneyip kendi müziğine yedirdi. Mesela 1968’de yayınlanan This Was adındaki ilk albüm, o dönemdeki gitarist Mick Abrahams’ın bestelerdeki yoğun katılımıyla blues-rock çizgisindeydi. Tabi bu çizgi içine sinmeyen Ian Anderson’la çatışmak kaçınılmaz oldu, böylece albümün ardından Abrahams blues ile bezeli kendi yolunu çizdi. Besteler Anderson’a kalınca Jethro Tull’ın müziği progresif rock çizgisine oturdu. Progresif rock müziğin getirdiği uzun şarkı ve konsept albüm geleneğini öyle ileri taşıdı ki, türünün ilk örneği olarak 1972’de Thick As A Brick albümünü sundu. Bütün albüm toplam 44 dakikalık tek bir şarkıdan oluşuyor, plağın yüzlerine basılabilmesi için ortadan ikiye bölünüyordu. Şarkının bölümlerini oluşturan “hareketlerin” bir kısmı radyolarda çalıyordu. Benzer bir şeyi sonraki albüm A Passion Play’de de yaptı. 1977’ye kadar süren dönemde grubun en çok bilinen albümü Aqualung yayınlandı. Bu dönemin bir başka dikkat çeken özelliği ise 1971-1976 yılları arasında grubun en derindeki köklerinin kadrosuna neredeyse dönmüş olmasıydı. 1960’larda Londra’ya taşınmadan evvel The Blades, John Evan Band, John Evan Smash gibi isimlerle takılan gruptan basta Jeffrey Hammond, davulda Barriemore Barlow ve klavyede John Evan, Ian Anderson ile yeniden bir aradaydı. Yanlarında Mick Abrahams’ın ardından gelip hiç ayrılmayan gitarist Martin Barre’ı da unutmamak gerek. Aqualung’dan Minstrel in the Gallery’ye kadar toplam beş albümü arka arkaya çıkaran bu kadro, Hammond’ın ayrılmasıyla bozuldu. Kalanlar, grubun üç albümlük folk rock dönemi ile elektronik dönemin ilk albümünde de çalmaya devam etti.

Değişik tarzlar

Jethro Tull 1977’den 1979’a kadar geçen sürede folk bir kimliğe büründü, yeşillikler ve fantastik öğeler bu dönemdeki müziğinin temel taşı oldu. Sırasıyla çıkardığı Songs from the Wood, Heavy Horses ve Stormwatch albümleri grubun tarihinde “folk üçlemesi” olarak anıldı. Seksenler geldiğindeyse müzikal rota synthesizer ve davul makinesi kullanımına yönelmiş, Jethro Tull’ın müziğine elektronik öğeler katılmıştı. Başta Ian Anderson’ın solo albümü olarak düşünülen ama Chrysalis’in baskısıyla Jethro Tull adına yayınlanan A isimli albüm bu dönemi resmen başlatan albüm oldu. Geleneksel dinleyicisinin alışık olmadığı bu tarz tartışmaları da beraberinde getirdi. Yine de bu dönem A, The Broadsword and the Beast ve Under Wraps ile, Anderson’ın benzer çizgideki ilk solo albümü Walk Into Light albümleriyle birkaç yıl sürdü. 

Jethro Tull’ın 70’ler sonu ile 80’lerdeki durumu bana biraz Alice Cooper’ın aynı zamanlardaki müzikal ilerleyişini hatırlatıyor. O da 80’lerin başında, önceki tarzlarından kopup new wave ile alışılmadık bir tarza yönelmiş, daha sonra bu on yılın ikinci yarısıyla beraber gitara ağırlık vererek hard rock tarzına eskisinden daha ağır bir müzikle geri dönmüştü. Jethro Tull da benzer bir yoldan 1987’deki Crest of a Knave albümüyle geçti, Martin Barre gitarıyla yeniden öne çıktı. Jethro Tull’ın dönüşü o kadar ağır bir müzikle olmuştu ki, o yıl tartışmalı bir kararla Grammy ödülünü And Justice For All albümünün önüne geçerek Crest of a Knave kaptı. 90’larla beraber albüm araları iyice açılan Jethro Tull, hard rock çizgisindeki Rock Island ve Catfish Rising albümlerinin ardından son olarak “dünya müziği” tarzına yöneldi. 1995’teki Roots to Branches ve 1999’daki J-Tull Dot Com albümleri Jethro Tull müziğine doğu kültüründen ezgileri de katmıştı. En son 2003’te bir Noel albümü geldi, onun harici turnelerle geçti.

Özet

40 yılı aşan kariyeri boyunca onlarca farklı müzik tarzını ve tekniğini kendi çerçevesi dahilinde çeşitli dönemlerde bir araya getiren Jethro Tull’un, bugün en çok progresif rock kimliği biliniyor. 70’li yıllarda çıkan albümlerle birlikte grup çoktan efsane mertebesine ulaşmıştı. Bugün o mirasın güncel bir devamını Jethro Tull uzun süredir getirmemiş olsa da, müziğin flütlü kahramanı Ian Anderson geçtiğimiz aylarda çıkardığı Thick as a Brick 2 ile Tull hayranlarının beklediği “yeni albüm”e imzayı attı. Şimdi Anderson, gazete sayfalı albümü baştan sona çalıp, internet sayfalı albümden şarkılar seslendirmenin heyecanını yaşıyor. Kuşkusuz ki Jethro Tull dinleyicileri de…

Anderson’ın Türkiye Ziyaretleri

Önümüzdeki 10 Eylül’de Thick as a Brick’i baştan sona çalmaya gelecek olan Ian Anderson, hesaplarda şaşma olmadıysa dokuzuncu defa Türkiye’yi ziyaret edecek. Jethro Tull ile 1991’de İstanbul ve İzmir (Efes Antik Kenti’nde), 1992’de Ankara Arı Stüdyoları, 2000’de İstanbul, Mayıs 2004’te yeniden İstanbul, Ağustos 2004’te İzmir (bu kez Çeşme’de), 2008’de ise İstanbul ve Ankara’da sahne almıştı. A (1983), Divinities: Twelve Dances with God (1995), The Secret Language of Birds (2000), Rupi’s Dance (2003) ve bu yılki Thick as a Brick 2’den oluşan solo kariyeri dahilinde tek başına ise 2006’da Ankara, İzmir ve Bodrum’da, geçen yıl ise İstanbul ve Ankara’da konser verdi. Şimdi sırada 10 Eylül’deki konser var. 40 yıl sonra ilk defa baştan sona canlı çalınacak olan Thick as a Brick konserin ilk yarısını oluştururken, ikinci yarıyı yeni albümden şarkılar ve Jethro Tull klasikleri şenlendirecek.

Bir Cevap Yazın