Savatage: Duble Sahneden Selamlar

80’li ve 90’lı yıllarda kaydettiği birbirinden değerli ve klasik albümlere rağmen 12 yıldır sessizliğe gömülen grup, geçen ay Wacken’da ihtişamlı bir konsere imza attı. Henüz aktif bir şekilde geri dönecekler mi bilmiyoruz, ama bahaneyle grubun eski günlerini hatırlamanın tam zamanı.

Geçtiğimiz 30 Temmuz günü Almanya üzerinde hava kararmaya başladığında, Wacken kasabasının yakınlarındaki geleneksel festivalde üstleri başları çamura bulanmış on binlerce heavy metal tutkunu, Black Stage’in önünde 12 yıllık bir hasreti gidermeye hazır ve nazırdı. Criss Oliva’nın ölümünün onuncu yılı anması için düzenlenen 2003’teki konserden beri Savatage ismi altında sahneye çıkmayan Jon Oliva, Zak Stevens, Chris Caffery, Al Pitrelli, Johnny L. Middleton ve Jeff Plate için bütün yıl beklenen an geldi çattı. “Oceans” uvertürü ile selamladıkları seyirciyi “Gutter Ballet”, “Edge of Thorns”, “Dead Winter Dead” ve “Hall of the Mountain King” gibi bulundukları klasik albümlerin isimlerini taşıyan klasik şarkılarla mest ettiler. Konser bitti, hemen yandaki True Metal Stage’de Trans-Siberian Orchestra (TSO) başladı. İki konserlik maraton sona erdiğinde gecenin esas unutulmaz anları başladı. Yan yana duran iki sahnede ışıklar yanıyordu: Her bir sahneyi kaplayan dev ekranlardan oynayan animasyonlar aynı telden çalarak birbirini genişletiyor, yansıttıkları manzaralar seyircilerin gözünde alabildiğine uzanıyordu. TSO’nun repertuarından “The Mountain” çalmaya başladığında Wacken festivalinin en büyük prodüksiyonlarından biri gerçekleşti. Bir sahnede TSO’nun dansçılarını kendi tarafına transfer eden Savatage, diğer sahnede Al Pitrelli’nin desteğe gittiği TSO, önlerindeki kalabalıklara her anlamıyla klasik bir metal ziyafeti çektiler. Konseri arka sıralardan izleyenler için manzara mükemmeldi. 12 yıllık bekleyişin her bir gününe değecek bir ihtişam, 30 Temmuz gecesi Savatage’ın muhtemel bir geri dönüşünü müjdeledi.

“Olduramadım”

Biraz evvelki “muhtemel” sözcüğünün altını çizmekte fayda var. Çünkü Savatage’ın 2000’lerdeki dağınıklığı diğer hiçbir dağınık grubun durumuna benzemiyor, dolayısıyla olası bir geri dönüşün dinamikleri de çok başka olacaktır. Herhangi bir grubun dağılmasından söz ettiğimizde her bir elemanın farklı bir maceraya atılmasını bekleriz, ama Savatage 2000’lerin başında dağıldıktan sonra tam kadro Trans-Siberian Orchestra’da beraber çalmaya devam etti. 1996’da Noel şarkılarına metalik bir yorum getirmek üzere kurulup her geçen yıl büyüyen ve zamanla kendi tarzını oluşturan bu onlarca kişilik dev orkestra özellikle ABD’de devasa salonlara sığdırdıkları kalabalıklara çalıyor. Savatage, 80’ler ve 90’larda heavy metal dinleyenlerin gönüllerinde şampiyon olsa da hiç bu kadar büyük bir kitleye hitap etmemişti. Dolayısıyla Savatage’ın kurucusu Jon Oliva’ya son 10 yıldaki röportajlarda yeniden bir araya gelmekle ilgili bir soru yöneltildiğinde cevap aşağı yukarı aynı oldu: TSO’yu bırakıp eski Savatage günlerine dönseler geçimlerini şimdiki gibi rahat sağlayamayacaklar. Duvardaki platin plak ödülleri hep TSO’ya ait, birçok akşam üst üste on binlerin karşısında sahneye TSO çıkabiliyor, büyük sahne prodüksiyonlarını TSO kaldırabiliyor… Neden bunu bozmak istesinler? Savatage’ın son 6 elemanı zaten ayrı gayrı değil, TSO’da beraberler. Arta kalan zamanlarda Savatage’a nazaran daha küçük çaplı projeleriyle (Jon Oliva’s Pain, Circle II Circle, vb.) meşgul oluyorlar. Savatage tamamına yakını klasik sayılan 11 tane albümü ve müzikal mirası ile bu arta kalan zamanlara girebilmek için fazla büyük bir grup. Ardiye değil de tam zamanlı olsun istesek bu sefer elemanların geçimini sağlayamıyor. Tam bir “olduramama” durumu… Hikayeyi başa sarıp nasıl olmadığını hatırlayalım.

Çiğ kayıtlar

Hikayenin başında Criss ve Jon Oliva kardeşler var. 1978 senesinde kurdukları grup 1983’e kadar Avatar ismi altında faaliyet gösterirken, yanlarına katılan ilk uzun soluklu müzisyenler davulda Steve Wacholz ve basgitarda Keith Collins idi. Criss gitardaki dehasının ilk emarelerini göstermekteyken, Jon gelecek yıllarda yapacağı gibi grupta nerede eksik, ihtiyaç varsa oraya koşuyordu. Davul, bas derken kadronun tamamlamasıyla nihayet mikrofonun başında kaldı. Yüksek oktavlara çıkabilen gırtlağı ve yırtıcı üslubu Criss Oliva imzalı riflerle birleştikçe, derleme albüm katılımlarıyla dikkatleri üzerlerine çektikleri ilk yolculuk, ilk albüm “Sirens” ile başarıyla tamamlandı. Düşük bütçeyle kısıtlı zamanda kaydettikleri albüme sığdıramadıkları şarkıları ertesi yıl “The Dungeons Are Calling” EP’si ile yayınladılar. Bu ilk iki kayıt Par Records etiketiyle çıkmıştı ve ileride birçok evrimden geçecek müziklerinin ilk veçhesini yansıtıyordu: Amerikan usulü power metal ile speed metal öğelerini bir araya getiren enerjik bir üslup. O zamanlar yeni olan bu iki tarzın bir araya gelmesi devrimsel olmamakla birlikte pek görülmüş bir şey değildi, böylece aradan sıyrılıp gördükleri ilginin katkısıyla Atlantic Records ile anlaşıp müzik endüstrisinin birinci ligine çıkmayı başardılar. Kariyeri meşhur bir prodüktör olan Max Norman ile çalışma imkanına eriştiler. Jon Oliva klavyeli çalgılara olan ilgisini grubun müziğine taşıyarak Savatage’ın gelecek albümlerinde yeni bir boyut açtı. Bu şartlar altında 1985’te ikinci albüm “Power of the Night” ortaya çıktı. Oliva kardeşler Keith Collins’in albümdeki performansından memnun kalmadılar, son rötuşlarda basgitar partisyonlarında bol miktarda düzeltme yaptılar. 1986’da Collins bu sebeplerden ötürü yerini grubun daimi basçısı Johnny Lee Middleton’a bıraktı. 

Ticari zıtlıklar

Bu esnada Atlantic Records grubun iç işlerine karışmaktaydı. Jon Oliva’nın şirketteki diğer müzisyenler için bestelediği pop-rock şarkılarını Savatage’ın kullanması ve bir sonraki albümün daha ticari nitelikte olması için yönlendirmelerde bulunuldu. Kapakta grubun fotoğrafının bulunması için diretildi. Böylece ABD sancağını kayalıklara dikme uğraşındaki fotoğrafının kapağını süslediği “Fight for the Rock” albümü 1986 yazında yayınlandı. Sonuç zehir zemberekti. Satışlar çok düşük olmasa da ve albüm mütevazı bir liste başarısı gösterse de eleştirmenler de, Savatage takipçileri de, grubun kendisi de albümü beğenmedi. Daha da kötüsü, grup bestecilik anlamında bir çıkmaza düşmüş, tıkanmış duruma geldi. İmdatlarına prodüktör Paul O’Neill yetişti. O’Neill gruba yepyeni bir vizyon ve taptaze bir hava getirdi. Bir sonraki albüm “Hall of the Mountain King” gibi bir klasiği oluşturacak ne denli hamle varsa gerçekleştirdi. Bazı şarkıların yazımına bizzat katıldı. Grubu eski tarzına döndürdü ama progresif bir karakter de kazandırdı. “Prelude to Madness” ile klasik müziğe göz kırptırdı. Bir önceki albümden tamamen farklı olmak üzere “Hall of the Mountain King” büyük beğenilerle karşılandı ve başarılı bir satış grafiği yakaladı.

Kaza ile baş etme dönemi

Savatage için çıta artık uzun bir süre düşmeyecek, üstelik daha da yükselecekti. Birbiri ardına klasik albümler patladı. Savatage’ın müziği de gitgide daha olgun temeller üzerine oturdu. 1989’da “Gutter Ballet” ve 1991’de “Streets: A Rock Opera” bu hava altında çıkan başarılı albümlerdi. Jon Oliva bu dönemde vokalleri Zachary Stevens’a bırakıp diğer işleri Doctor Butcher ve müzikal projesi Romanov’a yoğunlaştı. Stevens’ın ses rengi Oliva’ya kıyasla daha temizdi ve progresif metale daha uygundu. 1992’deki albüm “Edge of Thorns” boyunca da ilk seferden uyum sağladığını belli etti. Grup, vokalist değişiminin ve 90’ların ilk yarısındaki grunge popülaritesinin üstesinden gelmişti ama yeni sıkıntılar kapıdaydı. Criss Oliva 17 Ekim 1993 günü alkollü bir kamyon şoförünün sebep olduğu trafik kazasında hayatını kaybetti. 30 yaşında yaşama veda eden Oliva’nın ardından, onun anısını yaşatmak için kardeşi Jon grubun çalışmalarına geri döndü ve Savatage dağılmadan, ama artık albümlere sinecek bariz bir yas havası ile yoluna devam etti. Davulda Wacholz’un yerine Jeff Plate geçerken, 1994’te bu yasın en yoğun hissedildiği albüm “Handful of Rain” yayınlandı. Jon Oliva klavyenin başından zaman zaman vokallere katılıyordu. Albümün gitarlarını da Testament’tan Alex Skolnick çaldı. Ama bu birliktelik tek albümlük sürdü. Criss Oliva’nın yerini Al Pitrelli ve gruba 80’lerdeki turnelerde eşlik eden Chris Caffery doldurdu. 1995’te buz gibi soğuk ve karanlık albümleri “Dead Winter Dead” ile Bosna Savaşı’nı işlediler. Bu, o yıllarda heavy metalin politik duruşu açısından insanlık namına çok önemli bir hareketti. “Dead Winter Dead” aynı zamanda “Streets”ten sonra yaptıkları ikinci konsept albümdü. Albümdeki “Christmas Eve (Sarajevo 12/24)”, ertesi yıl kurulacak olan Trans-Siberian Orchestra’nın da temellerini atıyordu. TSO ile kazanılan büyük başarının ardından aynı kadro 1998’de “The Wake of Magellan” albümünü kaydetti. Bu albüm Savatage’ın Atlantic Records ile yaptığı son albüm olurken, Zak Stevens ve Al Pitrelli de albümden sonra gruptan ayrıldılar. 2001’deki son albüm “Poets and Madmen”de Jon Oliva yeniden vokallere geçerken, son yılların hikaye anlatıcılığını terk etmeden yine ilk albümlerdeki gibi yırtıcı besteler kaydedildi. Albümün ardından vokale genç müzisyen Damond Jiniya geldi, Al Pitrelli geri döndü ve birkaç ay turneye çıktıktan sonra Savatage açısından hikaye askıya alındı.

Beklentiler

Son yıllardan yazının başında bahsettik. Savatage sevenlerin ilgisi birçok farklı kanala dağıldı: Trans-Siberian Orchestra, Jon Oliva’s Pain, Circle II Circle, eskileri keşfedenlerce Doctor Butcher (Jon Oliva ve Chris Caffery’nin 90’ların ilk yarısında tek albüm kaydettikleri grup) ve yenileri takip edenlerce Machines of Grace (Zak Stevens ve Jeff Plate’in 2009’da kurduğu grup)… Bu yaz bütün bu kanallar Savatage için birleşti. 30 Temmuz’daki konserin sarhoşluğu geçince ne olacak peki? Bu sadece bir seferlik bir performans mıydı? Grubun “tamamen duygusal” sebeplerle eskisi kadar mesai ayırmaya çekinmesine bakarsak, evet. Ama son konserde seyirciden aldıkları enerji ve heyecan “duygusal” kelimesini sözlük anlamına geri kavuşturursa neden devamı gelmesin? En azından yeni bir albüm veya EP kaydına olumlu baktıklarını biliyoruz. 

Gizli kahraman: Paul O’Neill

Savatage’ın hikayesinden bahsederken Paul O’Neill için ayrı bir paragraf açmak gerekir. 1956 doğumlu prodüktör, besteci ve söz yazarı O’Neill, 80’lerin son yıllarında Savatage’ın önünü açan isim oldu. Grupla çalışmadan önce Aerosmith’in her iki Classics Live albümünün prodüksiyonuyla kendini göstermişti. Savatage ile ilişkisi ise kiralık bir prodüktör gibi değil, grubun enstrüman çalmayan bir elemanı gibiydi. Gruba beste ve vizyon anlamında çok şey kattı. Savatage müziğini rock opera tarzıyla buluşturdu. Trans-Siberian Orchestra’yı kurmak için Jon Oliva ve Al Pitrelli’yi klavyeci Robert Kinkel ile bir araya getirdi. Bugün TSO’nun kapalı gişe kariyerinin başlıca mimarlarından birisi O’Neill. Savatage ailesinin gizli kahramanı… Bizler için bir özelliği daha var: Cem Karaca’ya olan görsel benzerliği. Saç kesimi, sakalları ve her daim gözündeki kara gözlüklerine bir de fötr şapka eklese tam olacak 🙂

Bir Cevap Yazın