Kitaplar Zamana Direnirken

Elektrik-elektronik güzeldi, işimizi kolaylaştırıyordu da, dijital bilgi işine el atınca romantik duruşumuzla bağdaşmadı. Bilgi teknolojisi çağına karşılık klasik tavrını inatla koruyan ve benzer görüşe sahip insanların, kitaplara para yetiştiremeyen kişilerin, kültür koleksiyoncularının kurtarılmış bölgeleri olan sahaf dükkanlarından ufak bir kesit ilerleyen satırlarda yerini alıyor.

İlk defa bir sahafa uğrayan için kapıdan içeri adımını atıp kafasını üst köşelere kaldırma anı, şaşkınlıklar ve hayranlıklarla dolu bir tecrübedir genelde. Yerden tavana kadar binlerce kitapla kaplanmış duvarlar, gerçek yoğunluk hissini verir. Güncel kitapçılardaki gibi bir şey değildir bu, zira orada aynı kitabın onlarca baskısı daha rafları işgal ederken, sahafın duvarlarındaki kitapların çoğu tek, bilemedin iki kopyadır. Hadi vaktiyle çok basılmış bir kitap olsun, üç-dört tane bulunsun raflarda. Bu yoğun kalabalık insanın nefesini keser, her bir kitabın sayfalarından yayılıp dükkanın her bir metrekaresindeki havayla bütünleşen eski kağıt rayihası, okuma eylemine duyulan özlemi uyandırır. Bu nedenledir ki, sahaf dükkanları kitapseverlerin mabedi gibidir, ara sıra ziyaret edip ellerinde hoşlarına giden bir kitapla çıkarlar, ve elbette kitap sevgisi tazelenmiştir kapıdan dışarı adımını attığı sırada.

Sahaflar Üzerine

Akıllıca bir kararla çöpe gitmekten kurtarılmış kitapların sığınağıdır sahaflar. Bahar temizliklerinde evden kapı dışarı edilen kitaplar, dergiler, belgeler, internetin gelmesiyle kitaplık raflarından indirilen ansiklopediler sahaflara sığınır. Evlenince, işe girince göreceli özgürlüğüyle beraber içindeki çocuğu da kaybedenler tarafından plaklar da yeni evde istenmeyen malzemeler olurlar, belki kasetler de. Bunların hepsi sahaflarda bir araya gelmiştir, önceki hayatlarıyla ilkin sahafın kendisine, daha sonra kendisini alan yeni sahibine yaşanmışlıklar sunarlar. Köşeleri kıvrıktır, kimi cümlelerin altları çizilidir. Belki arasında bir not kalmıştır. O notun yazıldığı günden, notun keşfedildiği güne bir köprü döşenir, ufak çaplı bir zaman yolculuğu başlar. Okunan yazılar zihnin süzgecinden bir başka geçer, dinlenen müzik kulağa bir başka gelir.

Kelimenin doğrusunun “sahhaf” olduğunu söylerler, konuşma dilinde telaffuz ettikçe ortadaki h’lerden biri düşmüş, “sahaf” halini almıştır. Sahaf diye, işte o dükkanların başında oturan kişilere denir ama bazısı tevazu gösterir, sahaf değil, eski kitapçı olarak tanıtır kendini. Çünkü bir sahaf, mesleğine hakimdir, mesleğini severek gerçekleştirir. Bir kitap almanağı gibi, dağarcığında binlerce kitabın, hangi yazar tarafından hangi yayınevince hangi zamanlarda okuruyla buluştuğuna hakimdir. Kitap sarrafı olduğu kadar insan sarrafıdır da, gözünün tutmadığı, kitabın hakkını vermeyeceğini düşündüğü kimselere olmadık şekillerde zorluk çıkarır, vermez o değerli kitabı. Geçim derdi vardır elbet ama dükkanını ticarethane olarak da görmez. Dükkana gelenleri müşteri olarak değil, müdavim olarak görür. Elindekiler yeni sahiplerine kavuşana kadar o da onlardan beslenir. Kısacası halk arasında “sahaf” unvanına sahip olabilmek salt bir eski kitap dükkanı açmakla gerçekleştirilebilecek bir şey değildir. Bir de ÖSS kitapçısı olanlar vardır ki, eski kitapçılar bu kadar çeşide ayrılmışken müşteriler (müdavimler) de ayrılmaz mı? Kimi kitap kurdudur, güncellerine göre daha uygun fiyatlı olan kitaplar için sever sahafları. Kimi koleksiyoncudur, baskısı tükenmiş eski basım kitapların peşindedirler. Kimi nostaljisini sever sahaf dükkanlarının, içeriye girdiği anda zamanın durulması hoşuna gider, eski dergileri karıştırıp geçmiş yılların yaşam tarzına dair ipuçları arar. Kimiyse müzikseverdir, sırf kaset, plak, müzik dergileri gibi şeyler için dolaşır sahafları.

İzmir’den Sahaf Manzaraları

Dolaşmayı sevenler için aslında en makbulü, kentteki sahafları keşfedip kendine bir rota belirlemek, boş bir günü sırf gezmeye ayırıp eski matbuat dünyasında zincirleme keşiflere çıkmak. Havanın güzel olduğu bir gün, ben de çıkıp soluğu mütevazı bir rotanın üzerinde alıyorum. Daha önce yaptığım sahaf seferlerinden farklı olarak bu sefer kafamda az miktarda sorular da var. Kabaca, yıllardır gezdiğim İzmirli sahafların küçük bir tipolojisini oluşturmak istiyorum. 

İlk durak Alsancak’ta, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin girişinde, hemen sağdaki ilk sokaklardan biri. Sokağa taşan raflarıyla caddeden geçen insanların bile gözünden kaçmayan bir eski kitapçı, Doğan Kitapevi. İçerisi kitaplarla ve dergilerle o kadar dolup taşmakta ki, geriye daracık koridorlar ve odalar arasında daracık geçitler kalmakta. Beni orada Kadim Karabil karşılıyor, konuşmaya başlıyoruz. Dükkana gelen insanların en çok ilgi gösterdiği yayınların sanat kitapları, çizgi romanlar ve güncel romanlar olduğunu söylüyor. Bu ilgiyi hangi yaş aralığındaki kişilerin gösterdiğini soruyorum, genellikle 40 ile 50 yaş arası civarında oldukları cevabı geliyor. Karabil bu yaş aralığındaki insanların çoğu zaman sağlam bir okur kitlesi oluşturduğunu düşünüyor. Dükkana dışarıdan bakan biri için, bütün dış cepheyi kaplayan dergiler Doğan Kitapevi’nin kitap haricinde en çok öne çıkan malzemesi gibi görünebilir ancak Karabil bu sorunun cevabının üst katta bulunan yüzlerce plak olduğunu söylemekte. Son olarak, kitapların arasında yaşayan biri olarak elektronik kitaplar hakkındaki fikirlerini almaya çalışıyorum. Başlıyor anlatmaya: “10 sene sonrası için bir şey diyemem ama şu an geleneksel kitap halen daha geçerliliğini sürdürüyor. Ara sıra müşterilere soruyorum, onlar da e-kitabı çok tercih etmediklerini söylüyorlar. Gözü yorduğundan şikayet ediyorlar. Kitap bambaşka, e-kitabın yerini almaz şu an için. Ama teknoloji çok hızlı ilerliyor, gelecekte bu değişebilir”. Soruların ardından yaptığımız sohbette öğreniyorum ki 35 yıllık bir mazisi varmış Doğan Kitapevi’nin. Başlarda Doğan Karabil’in Sevgi Yolu’nda tezgah açmasıyla başlayan eski kitapçılık, 1984’te bu dükkana taşınmalarıyla devam etmiş. Tam bu sırada Doğan bey de giriyor dükkandan içeri, onunla da tanıştıktan sonra Kadim Karabil, İzmir’de “kiralık kitap” uygulamasını başlatan ilk yer olmalarını anlatarak devam ediyor. 

Doğan Kitapevi’nden çıktığım gibi hemen aynı sokaktaki bir başka yere, Kenar Kitapevi’ne uğruyorum. Dükkanın kendini en ayırt edici köşesi olan, kasanın karşısındaki küçük odada Zeynel Karabil ile karşılaşıyorum. Bu oda dükkanın geri kalanından apayrı bir ahenke sahip, içerisinde antika fotoğraf malzemeleri, gramofon ve teypler var, plakların, dergilerin ve efemeraların arasında. İki de iskemle… İlk olarak soyadı benzerliği dikkatimi çekiyor, sonradan öğreniyorum ki burası, kendi yerine sığamayan Doğan Kitapevi’nin şubesi olarak açılmış, ardından ayrı bir dükkan olarak hayatına devam edegelmiş. Dükkana uğrayan insanların profilini şöyle anlatıyor Karabil: “Hangi kitapların ilgi gördüğü dönem dönem değişebiliyor. Örneğin bazen romanlar, bazen düşünce ve araştırma kitapları, bazen diğer tarzda kitaplar daha yoğun olarak sattığımız oluyor. O yüzden şu anda bunların arasında bir sıralama yapamıyorum. Müdavimlerimizi ise çoğunlukla olgun kesim oluşturuyor diyebilirim. 40-50 civarı yaştaki insanlar ilgi gösteriyor. Genç kesim çoğunlukla kitap almıyor, sanırım sınavlardan başını kaldıramadıkları için okumaya vakit ayıramıyorlar”. Gençlerin fazla okumayışıyla ilgili sebeplere derinlemesine dalmadan, kitap haricindeki malzemeleri konuşuyoruz. Hangisinin öne çıktığı ile ilgili bir karar veremiyor Karabil, oturduğumuz odada bulunan plak, dergi ve efemeraları sayıyor. İçinde bulunduğu durumdan pek memnun olmayacak herhalde, eklemek durumunda kalıyor: “Sahaf niteliği ağır basan bir dükkan burası ama sattıklarımız arasında ders, sınav kitapları da oluyor mecburen, onlar olmasa ayakta durmamız biraz zor gibi”. Elektronik kitapların faydalı olduğunu düşünmekle birlikte, toplumun bu faydayı kendi üzerinde nasıl değerlendirebileceğine biraz şüpheyle bakıyor. Yine de geleneksel kitaplara duygusal yaklaşmadan edemiyor Karabil, sayfalara dokunmadan, kağıdı hissetmeden okumaktan nasıl keyif alabileceğimizi merak ediyor.

Karşı Tarafın Sahafları

Vapurla karşıya geçip kısa bir mola verdikten sonra sıradaki hedefim, Karşıyaka’nın en bilinen eski kitapçılarından Anka Sahaf. Aydan Ege, Hakan Palabıyık ve Burak Kumpasoğlu adındaki üç eski kitapçının bir araya gelmesiyle kurulan Anka Sahaf’ın kapısından içeri adımımı attığımda 30 yıl geriye gittiğimi hissettiren puslu, açık kahverengi tonlardaki dükkan manzarası, manzaraya eşlik eden 70’li yıllara ait progresif rock şarkılar ve her daim değişmeden kaldığını düşündüğüm Ege yeniden karşımda. Ona gelen müdavimlerin genellikle edebiyat ve tarih kitaplarına ilgi gösterdiğini söylüyor. Yaş ortalaması konusunda verdiği cevap, önceki iki yerde aldığım cevabın ardından beni şaşırtıyor, çünkü Anka Sahaf’a daha çok 20 ile 30 yaş arasındaki gençler uğruyormuş. 30’un üzerindeki kişiler bu kadar sık ilgi göstermiyorlarmış. Anlaşılan “gençler okumuyor” derken peşin hükümlü olmamak gerekecek. Anka Sahaf’ta kitaplardan sonra plakların öne çıktığını söylüyor Ege. Plaklardan sonraysa efemera gelmekte. Elektronik kitaplardan sözü açtığımızda o da geleneksel kitapların yanında olduğunu belirtiyor: “Şu an kitap okuma alışkanlıklarımızı etkilemiyor ama ileride de pek etkileyeceğini zannetmiyorum. Belki e-kitap alışkanlığı edebiyat kitaplarında oturabilir ama sanat kitaplarını düşündüğümüzde aynı şeyi söyleyemiyoruz. Kitabın yerinin ayrı olduğunu, e-kitaplardan çok fazla etkilenmeyeceğini düşünüyoruz ama ilerisini bilemeyiz elbet”.

Anka’dan çıktığımda aklımda daha önce gitmediğim bir yer var, son günlerde ismini sürekli duyunca oraya da girmeden geçmek olmazdı. 10 yıldır Karşıyaka’da bulunan Smyrna Kitapevi’ni daha önce niye keşfetmediğime şaşırıyorum. Diğer gezdiğim yerlerin yanında devasa bir dükkan izlenimi uyandırıyor burası. Normalden çok daha yüksek bir tavana kadar uzanıyor duvarlardaki kitaplar, duvarlar gepegeniş bir alanı çevrelerken uzayıp gidiyor. İlk defa ziyaret ettiğim için rafların önünde vakit geçirip alışveriş yapıyorum, Cemile Tunç’un söylediği fiyatın düşüklüğü üzerine yaşadığım şaşkınlığı atlattıktan sonra sorularımı ona da yöneltiyorum ama kalabalıktan olsa gerek, cevaplar kısalıyor. Smyrna Kitapevi’nde daha çok felsefe ve sanat üzerine kaynak kitaplar ilgi görüyormuş. Dükkanda ders kitapları da satılmakta, ama onları saymazsak Smyrna’nın müdavimlerinin 35 yaş üzerindeki insanlar olduğunu belirtiyor Tunç. Burada pek fazla plak yok, kitaplar haricinde dergiler öne çıkmakta. Dergilerin arasındaysa mizah dergileri… Elektronik kitap hadisesi üzerine fikirlerini soruyorum, cevabı kısa ve net: “Kitap kokusu başka bir şey, e-kitap kitabın yerini almaz diye düşünüyorum”. 

Yorgunluk Çöktü

Vapurun sallanan koltuğunda, geride dört farklı eski kitapçıyı geride bırakırken, daha nicesi aklıma geliyor: Balçova’da, Bornova’da, İnönü Caddesi’nde, Kızlarağası Hanı çevresinde… Ama güneş yavaş yavaş denize yaklaşmakta, bu sebeple yıllar sonra bir araya gelen yetişkinlerin dağılırken sarf ettikleri klasik cümle olan “Bunu yakında yeniden yapmalıyız!” düşüncesi kafamda dolaşıyor, artık eve dönmeye karar verdiğimde. Gezdiğim kadarıyla görüyorum ki, genelde yolun yarısını geçmiş kişiler, kategorize edilemeyecek kadar çeşitli kitaplara ilgi duyuyorlar eski kitapçılarda. Yine her sahafın kitap haricinde öne çıkardığı ürünler farklı. Kimi plaklarıyla fark yaratıyor, kimi eski dergileriyle… Ama hepsinin hemfikir olduğu bir nokta var: Elektronik kitaplar, geleneksel kitapları yerinden edemeyecek!

Bir Cevap Yazın