Minimalist sandaletler: “Az, çoktur” anlayışının ayaktaki karşılığı
Bazen ihtiyacımız olan tasarım, çok uzaktaki insanların geleneklerinde çoktan bulunuyor olabilir. Ama o “bazı an”, bir başka olayın tetiklemesini beklemektedir. Mesela bir kitabın yayınlanması…
Son birkaç yıldır, özellikle Kuzey Amerika kıtası üzerinde yaşayan koşucular arasında yayılmakta olan bir akım var: çıplak ayakla koşmak. 2009 senesine kadar nadiren gündeme gelen bu tercih, o yıl Christopher McDougall’ın Born to Run isimli kitabının yayınlanmasıyla birlikte birçok kişinin dikkatine yerleşti. Kendi halinde koşan ya da maratonları kovalayan herhangi bir koşucu, bu kitabı okumasıyla birlikte geleneksel spor ayakkabılarındaki “üstün teknolojik özellikleri” sorgulamaya başladı. Kitapta sözlerine yer verilen, Harvard Üniversitesi’nden Dr. Daniel Lieberman’a göre 1972’den itibaren üretilmeye başlanan yastıklı, destekli, fazlaca “korunaklı” bu spor ayakkabıları, ilacı olma iddiasıyla andıkları sakatlıkları daha da körüklemişti. Bu ayakkabılar insanları “yanlış adım” atmaya, adım atarken topukları üzerine düşmeye yönlendiriyordu. Zemine çarpmanın stresi topuk üzerinden bütün eklemlere, omurgaya kadar yükseliyordu. Üstelik “uçmayı” vaat eden onca taban destekleyici teknolojiyle, ayak kaslarına yapacak iş bırakmıyor, tembelleştirip güçsüzleştiriyordu.
Born to Run, geleneksel ayakkabılara karşı birden fazla çözüme ilham kaynağı oldu. Bu çözümlerin ortak noktası, yürürken de, koşarken de doğru adımı atabilmekti: Zeminle buluşmanın stresini parmaklar ile karşılayıp yumuşatmak, zemini hissederek daha iyi geri bildirim almak ve ayağın doğal gelişimini sağlamak. Konuya en “kökten” yaklaşanlar,çözümler arasından tümüyle çıplak ayak ile koşmayı savundular. Taban ile zemin arasında koruma isteyenler ise “minimalist ayak giyimi” şeklinde adlandırılan bir ürün yelpazesine yöneldiler: sandaletler, beş parmak ayakkabılar, normal ince ayakkabılar. Hepsini ortak paydada buluşturan özellikler var: topuk ile parmaklar arasında 0 derece eğim, zemini hissedebilecek kalınlık (3-10 mm) ve malzemeden taban, yere basıldığı zaman genişleyen parmaklara yer açacak genişlikte burun. Her bir ekipman farklı ihtiyaçlara cevap verir nitelikte görünse de, minimalist sandaletler kendilerine ayrı bir sayfa açılmasına değecek bir hikayeye sahip.
Minimalist sandaletlerin diğer ekipmanlara göre daha dikkate şayan olmasının birkaç sebebi var. Mesela, kimi büyük ayakkabı şirketleri ürettikleri bütün tembelleştirici modellerinin yanına tartışmalı “barefoot” kategorisi açarken, minimalist sandaletlerin büyük bir çoğunluğu halen daha küçük ve orta ölçekli girişimciler tarafından, el yapımı üretiliyor. Burada “kendin yap” düsturu da devreye giriyor, isteyen herkes yeterli malzemeyle kendi sandaletini tasarlayabiliyor. Ayrıca, bu sandaletlerin kökenine indiğimizde bizi yine sürdürülebilirlik ve ihtiyaca göre tasarım kavramlarını içeren bir kültür hikayesi karşılıyor: Tarahumara. Born to Run kitabının esas odak noktasındaki Kızılderili topluluğu…
Amerika’yı keşfedenler tarafından 16’ncı yüzyılda tarih sahnesine dahil edilen ve İspanyol kaşiflerce “Tarahumara” diye isimlendirilen bu kavim, kuzeybatı Meksika civarında 50 ila 70 bin kişilik nüfusuyla yaşamlarını sürdürmekte. Yerel dildeki isimleri olan “Raramuri”, en önemli özelliklerini yansıtmakta: koşmak. Sadece hızlı koştukları için değil, aynı zamanda ara vermeksizin yüzlerce kilometre koşabildikleri için bu ismin hakkını veriyorlar. Bir seferde 48 saat, 320 kilometre koşabildikleri söylenen Raramuriler, avlarını nefessiz kalana kadar kovalamalarıyla da nam salmış durumda. Bu yeteneğin başlıca tamamlayıcısı, minimalist sandaletlerin atası olarak görülüyor. Eski otomobil lastiklerinden kestikleri tabanlarda üç noktada delik açıp, sağlam iplerle ayaklarına bağlayan bir Raramuri, düz ve geniş kanyon coğrafyasında aralıksız koşmak için ayağına yeterli korumayı sağlamış oluyordu. Adımları ise ideal çıplak ayak koşu adımını yansıtıyordu.
Bugün Born to Run kitabının etkisi ile Tarahumara yerlileri dünyanın birçok yerinde bilinir hale gelmiş durumda. En önemlisi, kültürel ürünlerinden bir tanesi olan minimalist sandaleti gelecek nesillere bırakmayı büyük ölçüde garantilemiş olmaları. Şu anda isteyen herkes ince bir kauçuk levhayı ayağının büyüklüğüne göre kesebiliyor, açtığı deliklerden ip geçirip ayağına bağlayarak kendi minimalist sandaletini üretebiliyor. Deliklerin konumu haricinde tasarım tamamen kullanıcıya kalmış durumda. Diğer taraftan, kurulan küçük ve orta ölçekli firmaların çoğu ise ister el yapımına devam etsin, ister seri üretime geçsin, ilhamlarının kaynağı olan bu kabileye duydukları vefa borçlarını yaptıkları yardımlar ve desteklerle bir şekilde ödeme çabası içerisinde.