Amon Amarth: Dokuzuncu Viking Senfonisi
İsveç’ten kuzeyli mitolojik hikayeler anlatan Amon Amarth yeni albümü Deceiver of the Gods’ı yayınladı. Gelecek sayıda grubu röportajla ağırlamanın öncesinde şimdi grubun ilginç noktalarına değiniyoruz.
Kolaylıklar Müziği
İki sene önce Headbang’in 48 numaralı sayısında, Özgür Öğret lezzetli bir Amon Amarth incelemesi yazmıştı. Diyordu ki, nasıl ki heavy metal dinlemeye yeni başlayacaklara doğruca Metallica önerilir, death metal ile tanışmaya hazırlananlar için de “hoş geldin grubu”, özellikle son birkaç albümüyle birlikte Amon Amarth’tır. Grubun müziğinde bir “kolay dinlenebilirlik” var, death metale pek ilgi göstermeyen birini bile yakalayıp bir şekilde eşlik ettirebiliyor. Bu artık bir yorum değil, dünya üzerinde birçok kişi tarafından kabul gören bir gerçek. Ama itiraf etmeliyim ki bu gerçek her nasılsa bende işlemiyor: İlk defa 2004 yılında Blue Jean’in verdiği Rock the Nations CD’sinde dinlediğim Death in Fire haricinde, Amon Amarth’ın hiçbir şarkısını yıllar içerisinde ara sıra dinlememe rağmen aklımda tutamadım. Grubun belli başlı stillerden oluşan karakteristik öğeleri var ve Amon Amarth deyince aklımda var olan bir şarkısı değil de, bu öğelerden rastgele oluşan yepyeni bir parça çalmaya başlıyor.
Yürü Ya Kulum
Amon Amarth ile ilgili olarak insanları çeken müziklerinden ayrı olarak bir diğer ilginç nokta daha işaret edecek olsam, bu muhtemelen kariyerlerinin grafiği olurdu. Heavy metal grupları arasında gelenekselleşmiş olan “bütün klasikleri ilk albümlerde patır patır dökelim, sonraki albümlerde idare ederiz” zihniyetinin aksine Amon Amarth’ın talihi 2002’deki Versus the World albümünden itibaren yükselerek açıldı. Headbang’in az evvel bahsi geçen sayısının ileriki sayfalarında Çağlan da Surtur Rising’i incelerken bundan bahsediyordu: Versus the World’de müziğe groovy öğeler katıp orijinal bir hava yakaladı, zirveyi ise 2006 ile 2008’deki With Oden on Our Side ile Twilight of the Thunder God albümlerinde yaptı. Yeni albüm Deceiver of the Gods yayınlandığında ise dinleyenlerin yorumları oldukça memnuniyet sahibi idi. Belli kalıpların dışına çıkmadan müziğini geliştiren, bu sebeple hemen ertesi sayıda (49. sayı) yayınlanan Amon Amarth röportajında Sadi’ye “Aynı Kalarak Değişmek” başlığını attıran grup, kariyer grafiğinde yukarı doğru ivmeyi arttırıp 5-7 yıl öncesinin zirvesini zorlayacak gibi görünüyor.
Not: Bitirirken, bir vakit Candlemass’ten tanıdığımız Messiah Marcolin’in de yer aldığı Hel adlı şarkıya dikkat çekmemek olmaz.
En İçten Saygılarımızla
Fiziksel albümleri cazip hale getirmek için grupların albümlerine bol şekilli özel kutulama yöntemini uygulamasına Amon Amarth da Deceiver of the Gods ile katıldı. Yaklaşık 25 santim uzunluğundaki Loki büstü uzaktan dikkat çekse de, “önce müzik” diyenler için esas güzellik, albümün yanında gelen 4 şarkılık “Under the Influence” adlı kayıt. CD’nin üzerinde Judas Priest, Motörhead, Black Sabbath ve AC/DC’nin logoları Amon Amarth’a uyarlanmış. Bu manzara bir cover albümün habercisi olabilirdi, ancak çok daha klas bir harekete sahne olmuş durumda. Amon Amarth “ustalara saygı” kavramını alıp çok başka bir boyuta taşımış, efsane grupların bestelerini yorumlamak yerine bilindik tarzları üzerinden yepyeni şarkılar yazmış. Burning Anvil of Steel ile Judas Priest, Satan Rising ile Black Sabbath, Snake Eyes ile Motörhead ve Stand Up And Go Down ile de AC/DC’ye selamlarını yollayan grup özellikle Satan Rising ile Snake Eyes’da salt beste yapısıyla değil, aynı zamanda vokalleriyle de dedelerin kılığına bürünmüş. Johan Hegg’in gırtlağında hayat bulan Ozzy Osbourne ve Lemmy Kilmister’i dinlemek kesinlikle yılın en büyük metalik şaşkınlığı oldu.