Testament

Kökler’de bu ay thrash metalin ikinci nesline dahil olup, ismini birinci nesildekilerle anılır hale getiren Testament’ın dünden bugüne hikayesini hatırlıyoruz.

80’lerin sonlarına doğru saflar yavaş yavaş belli olduğunda, thrash metalin dört büyüğü de müzik basını tarafından belirlenmişti. Rakamların konuşması sonucu… Bir dakika, bu geçen sayıdaki Anthrax yazısının girişi. Şu anki konumuz olan Testament’ın büyüklüğünü anlatmak için rakamlar değil, takvimler konuşmalı. Açıklayalım: Testament, aynı Exodus, Overkill ve Kreator gibi fanatik dinleyicilerinin tezahüratlarıyla “gönüllerin dört büyüğü” için 25-30 yıldır anons ediliyor. Bu durumun önemli görülmesi gereken bir yanı var. Çünkü kronolojik düşünüldüğünde Testament, aralarında Death Angel, Flotsam and Jetsam ve Forbidden gibi grupların olduğu ikinci dalga thrash metal içerisine yerleşiyordu. Bugün dönüp bakıldığında, thrash metaldeki bu nesil muhabbeti grupları aynı zamanda liglere de ayırıyor gibi görünmekte. Birinci ligi, ilk albümlerini 1983 ile 1985 yılları dahilinde çıkarmayı başaran gruplar oluştururken, 1986 sonrasında gelen diğer gruplar sahip oldukları bütün organik bağlantılara ve klasik adayı albümlerine rağmen hep bir alt ligde sayıldılar. Testament ise istisnaydı, ilk albümü “The Legacy” 1987 yılında yayınlanmasına rağmen ismi uzun yıllardan beri birinci dalganın başı çeken isimleriyle anıldı. Grup efsane mertebesini kazandığında 4 yıl içerisinde 4 klasik albüm, bir kısa konser kaydı bulunduran aşırı yoğun bir tempoyu geride bırakmıştı. Birinci ligde anılmak, bütün bu temponun doğal ödülü oldu.

Melodik vurgun

İlk dört albümlük döneme odaklanacak olursak, ilginç bir durumla karşılaşıyoruz: Testament’ın müziği aynı anda hem büyük benzerlikler, hem de oldukça orijinal özelliklerden oluşmaktaydı. Radyolardan ilk duyduğu zamanlar çoğu insan, dinlediği şarkının Metallica’nın sürpriz bir yeni albümünden olduğunu zannedebiliyorlardı. Bu durum özellikle 1989’daki “Practice What You Preach” albümünde ayyuka çıktı. Vokal melodileri, gitar rifleri ve kuru tonlardaki prodüksiyon, bilmeyenler için “…And Justice For All” albümünün üzerine koyan bir devam albümü görünümündeyken, vokalistin ses rengi yer yer şüphe götürmekle birlikte James Hetfield’ın ta kendisi gibiydi. Tabi ki bu (benzerlikten ziyade) “benzetilebilirlik” yanında yepyeni üsluplar da sergileniyordu. Testament’ın en çiğ bestelere ve kayıtlara sahip ilk albümünde bile thrash metal tarzı o güne kadar hiç sahip olmadığı bir gitar estetiğine kavuştu. Özellikle ilk iki albümde bu durum, ritimlerdeki ve vokaldeki sertlikle birlikte bir çeşit “güzel ve çirkin” eserleri ortaya koydu. Örneğin “First Strike Is Deadly” şarkısında Alex Skolnick’in muhteşem lezzetli, ruhu okşayan bir solosunun hemen ardından Chuck Billy’nin ilk iki albümde sıkça kullandığı yırtıcı çığlıklardan bir tanesi patlayıveriyordu. Veya “Do Or Die” şarkısında Billy ile geri vokaller arasındaki atışma sonucu boynunu iyice yoran dinleyici, ardından gelen “Alone in the Dark” şarkısının girişindeki melodi sayesinde, kızgın kumlardan serin sulara atlamaktaki rahatlamayı birebir tecrübe edebiliyordu.

Klasik dönem

Testament’ın geçmişi 1983 yılına, üç yıllık The Legacy grubuna kadar dayanmasına, 1986’da bugünkü ismini almasına ve thrash metal albümlerinin plaklara kaydedilmesinden dört yıl sonra ilk albümünü yayınlayabilir duruma gelmesine rağmen, zamanlamaları onların lehine oldu. O dönemde thrash metal gruplarının favori plak şirketlerinden Megaforce çoktan Atlantic Records ile anlaşmış, bünyesindeki grupları bu büyük ortağının nimetlerinden faydalandırmaktaydı. Thrash metalin standartlaşmasına az bir zaman kala Testament’ın ortaya çıkışı, bu dağıtım ağıyla birlikte heavy metal ortamlarında yeterince dikkat çekmesini sağladı. İlk iki albüm “The Legacy” ve “The New Order” aşırı hız, adrenalin ve sertlik ile aşırı melodik bölümleri bir araya getiren klasikler iken sonraki albümler “Practice What You Preach” ve “Souls of Black”te müziğin hızı biraz kesilmiş, şarkı sözleri fantezi ve okültizmden ziyade daha sosyal ve politik konulara yönelmişti. Grup o dönemdeki en büyük ticari başarısını “Practice What You Preach” albümüyle elde etmişti. Bu dönemin klasik kadrosu, The Legacy grubu dönemindeki sayısız değişikliklerin ardından vokalde Chuck Billy, gitarlarda Eric Peterson ve Alex Skolnick, basgitarda Greg Christian ve davulda Louie Clemente’den oluşuyordu. Bu kadro 1993 yılının başına kadar bozulmadı, dört yılda dört albümlük serisine bir de 1992’de “The Ritual” albümünü ekledi. Şarkıların temposu biraz yavaşladı, taramalı rifler yerini daha ağır çeken akorlara bıraktı. Metallica’nın 1991 yılındaki albümü birçok thrash metal grubunu etkilediği gibi Testament’ı da etkilemişti, ama “The Ritual” diğer thrash gruplarının malum albümlerine kıyasla, geçmiş albümlerin karakterini en çok koruyan eserlerden biriydi. Üstelik “Souls of Black” albümünden daha büyük bir liste başarısı gösterdi.

Skolnicksiz günler

Testament sadece albümleriyle değil, katıldığı turlar ve festivallerle de dinleyicilerin gözünde çoktan büyük bir yere kurulmuştu. “Live at Eindhoven” EP’sini kaydettikleri 1987 Dynamo Open Air Festival performansları bir yana, 1990’da Slayer, Megadeth ve Suicidal Tendencies ile birlikte Avrupa’yı turladıkları meşhur “Clash of the Titans” turnesinde çalarak büyük ses getirmişlerdi. Takvimler 1993’e geldiğinde müzikal ayrılıklar baş göstermeye başladı. Testament’ın müziğindeki sertliğin mimarı Eric Peterson ile bu sertliği mükemmel bir şekilde dengeleyen Alex Skolnick grubun gelecekteki müziği üzerinde anlaşamadı. Chuck Billy ve Greg Christian da daha sert bir yöne gitmekten yanaydı. Özellikle Billy sesini brutal vokale yakın bir tonda kullanabilmeyi keşfetmişti ama Skolnick’in getirdiği melodik üslup altında bu keşfini uygulayacak bir alan bulamıyordu. Dolayısıyla bu durum Skolnick’in ayrılığıyla sonuçlandı. Diğer yandan Louie Clemente de daha düzenli işler yapabilmek için müziği bıraktı. Bu iki ayrılık Testament’ın uzun süre gitarist ve davulcu alanında farklı zamanlarda birçok müzisyenle çalışmasına sebep oldu. Bunların arasında en bomba isimler albümlere denk gelme şansını elde etti. Bu yeni dönemde Testament’ın formülünde önemli bir yer edinen death metal unsurları için Eric Peterson ve Chuck Billy’nin eğilimlerinin yanında, bu müzisyenler de elbette etkili olmuştur. Bir geçiş albümü sayılabilecek “Low” (1994) albümünde gitarda James Murphy (Obituary ve Death gruplarından), davulda John Tempesta (Exodus’tan) bulunuyordu. Death metal ağırlığının iyice arttığı “Demonic” (1997) albümünde, başta Dark Angel ve yine Death gruplarından bildiğimiz Gene Hoglan davulların başına geçmişti. 1999’daki “The Gathering” albümü ise tam bir yıldızlar kadrosuydu: davulda Dave Lombardo (Slayer), basgitarda Steve DiGiorgio (Sadus, Death, Autopsy) ve gitarda yeniden James Murphy. 

Hastalıktan sağlığa

2000’lerde bu efsane kadro devam edebilir miydi, etse nasıl eserler karşımıza çıkardı bilinmez ama yeni bin yıl Testament için hastalıklarla başladı. James Murphy için beyin tümörü teşhisi kondu, Chuck Billy ise testislerinde üretilen hücrelerin göğüs bölgesinde aşırı çoğaldığı nadir bir kanser hastalığına yakalandı. 2000’lerin başı Testament için bu sebeple yavaş geçse de ikisi de bu hastalıkları yendi. Bu dönemde tedavi masrafları için düzenlenen yardım konserleri dolayısı ile Alex Skolnick grupla yıllar sonra yeniden çalma imkanı buldu, 2005’te ise tamamen geri döndü. “Low” sonrası gruptan ayrılan Greg Christian da 2004’te geri dönmüştü. Bu dönüşlerin şerefine davula Louie Clemente ve John Tempesta’yı geri çağırarak Avrupa’da kısa bir “orijinal kadro” turnesi düzenlediler, Londra’daki konseri ise DVD olarak yayınladılar. Uzun bir aranın ardından davulda Slayer’dan tanıdığımız Paul Bostaph ile birlikte “The Formation of Damnation” (2008) albümünü bitirebildiler. Skolnick’in beste aşamasına pek fazla katılmaması albümde etkili oldu, albümdeki şarkılar genellikle “The Gathering” ayarındaydı. Bir sonraki albümün beste aşamasına katılması da etkili oldu, bu sefer formülde “The Ritual” ve “Practice What You Preach” albümlerinde bulunanlara benzer numaralar çoğunluktaydı. “Dark Roots of Earth” (2012) adlı bu albümü inanılmaz tatlı sololar süslüyordu. Albümün aldığı tepkiler grubun klasik dönemine yakın bir başarıyı yansıttı. 

Eric Peterson röportajlarda artık albüm aralarını çok açmayacaklarını söylüyor. Önümüzdeki Eylül ayında yeni şarkıların kayıtları için stüdyoya girecekler, 2016’da yeni albümü çıkaracaklar. Kariyerlerinin başındaki tempoyu bilen bizler için 4 yıllık albüm araları yine fazla. En azından 2000’lerin başlarında kendilerinin, bugünlerde Metallica’nın verdiği ara kadar bir daha arayı açmayacakları kesin 🙂 Testament müziğiyle her zaman büyüleyen bir grup oldu. En kötü albümleri bile dinleyicilerini mest etti. Türler üstü bir başarıya ulaşamasa da hem thrash metalin, hem de daha genel olarak heavy metalin birinci liginde yerlerini hakkıyla aldılar. Biz de yeniden Steve DiGiorgio ile “Dark Roots of Earth”te de çalan Gene Hoglan’ın bulunduğu güncel kadrosuyla Testament’ın bu lige yakışacak yeni albümünü beklemeye koyulduk. 

“Çünkü onların Skolnick’i var!”

Testament, Skolnick’in yokluğunda bile asla müzikal açıdan sıradanlaşmadı ama aklımıza gelen ilk birkaç thrash metal grubundan biri olması ve diğerlerinin arasından sıyrılmasının sebebi sorulduğu zaman benim cevabım başlıktaki gibi oluyor. Sosyoloji alanında akademisyen bir çiftin iki evladından biri olarak Alex Skolnick’in Testament içerisindeki duruşu hep kendine özgü oldu. 14 yaşında saçlarının önünde kendiliğinden çıkan bir tutam beyazlık bu duruşun bir simgesi oldu. 9 yaşında başladığı gitar konusunda Joe Satriani’nin öğrencilerinden birisiydi. 1993’te Testament’tan ayrıldıktan sonra Savatage’ın Handful of Rain albümünde çaldı, bir yandan caz müzikle ilgili çalışmalarını hızlandırdı. Skol-Patrol, Attention Deficit ve Stratospheerius gibi projelerin albümlerinde yer aldı. New York’a taşınıp cazı okulundan öğrenmek üzere The New School üniversitesine yazıldı. 2000’lerde Alex Skolnick Trio adını verdiği grubuyla kendi bestelerinin yanında hard rock ve heavy metal klasiklerinin enstrümantal caz yorumlarıyla dikkat çekti. Son yıllarda yaşanan birtakım kırılma anlarında da dünya görüşü, en azından biz Türkiye’deki dinleyiciler için, diğer Testament elemanlarından tabiri caizse “kabak gibi” ayrılmaya başladı. 2012’de Türk Hava Yolları çalışanlarının gerçekleştirdiği greve hem internet üzerinden, hem de Testament ile konser için indiği Atatürk Havalimanı’ndan destek verdi. Ertesi sene Gezi Parkı olaylarını da kendi mecrası SkolNotes isimli blogunda yazdığı uzun bir yazı boyunca paylaşarak direnişin sesini duyurmasına katkıda bulundu. Son yıllarda Testament’ın dışındaki çalışmalarında son olarak dünya müziğine yönelerek Planetary Coalition projesiyle ilgileniyor. Projenin en son çıkardığı albümde “Taksim” isminde bir şarkı da bulunmakta. 

Bir Cevap Yazın