Türkiye’de  Heavy  Metal  Yayıncılığı 

Ülkemizde 1981 yılına kadar evlerde pikaplarla, stüdyolarda kendi çapında çalışmalarla sessiz sedasız barınmakta olan heavy metal o yıl Egzotik Band’in konseriyle ilk patlamasını yaptı. İlk “bağımsız heavy metal dergisi” Laneth’in ilk sayısı ise o konserin üzerinden ancak tam 10 yıl sonra ellerde dolaşabiliyordu. Laneth’in çıkması bir milat oldu, oradan günümüze kadar, basında gördüklerinden hoşlanmayan müzik tutkunları kendi medyalarını kendileri oluşturdular. İşi ilerletenler kaleyi içten fethetmeye karar verdiler. İki yıl önce Boo!’nun birinci dönem, 41. sayısında işlediğimiz bu “metal medya” macerasını, güncellenmiş ve genişletilmiş şekliyle yeniden masaya yatırıyoruz.

Günlerden 30 Mayıs 1981, Fitaş Sineması’nda Egzotik Band’in konseri var. Son bir yıl içerisinde darbe görüp ülkede hızlı bir değişime şahit olan gençlerin deşarj olmaları için bulunmaz bir nimet. O zamanlar duyabilecekleri en cayır cayır müzik bu, sinemada ortalık karışıyor. Gençler, basının değişmez tabiriyle “kendilerinden geçiyorlar”. Seyircilerin arasından sahneye Levent Baki adında bir adam fırlıyor, kapıyor mikrofonu söylemeye başlıyor. Konser bitince bütün salon tezahüratlarla inliyor, bir meydan muharebesi kazanmışçasına, zafer duygularıyla evlerine dönüyorlar. Sonra Gong dergisinin bir sayfasında bir elinde mikrofon, öbür elinin yumruğu Süpermen gibi havaya kalkmış bir adam, üzerinde dev puntolarla “Putlar Yıkılıyor” başlığı… Putları yıkan adam Levent Baki, yıkılan putlar ise 70’lerin Anadolu pop grupları, müzisyenleri: Barış Manço, Cem Karaca, Ersen, Erkin Koray, Moğollar, Mavi Işıklar, Silüetler…

Oluşan bu güzel hava, 5 Eylül 1981’deki ikinci konserde Baki ile Egzotik Band’in yeniden bir araya gelmemesiyle dağıldı, hayranlarının hazırladığı “Levent Baki We Need You” yazılı tişörtler yetersiz kaldı. Baki, cayır cayır müzik olayını bırakıp Ersensiz Dadaşlar ile beraber Kavimhan grubunda söyleyerek, yıktığı putların tarafına geçti. Ama neticede bir fitil ateşlenmişti, Egzotik Band, Whisky, Devil (o zamanki adı ile Exorcist Child), ileride onlara katılacak Asım Can Gündüz ve Ambulans, Kramp, Ra, E-5, Ankara’dan Axe gibi isimler 1980’lerin ilk yarısında verdikleri konserlerle basında iyi ya da kötü yer alarak ağır müziği sayfalara taşımışlardı. Ve sonrasında olaylar gelişti…

Eğreti emekleyiş 

Heavy metalin Türkiye’ye girişi bu şekilde. Aslında bu giriş yurtdışındakinin biraz tersinden oldu. Dışarıda toplumun alt tabakalarında yaşayan gençlerin, işçilerin, kaybedecek pek az şeyi olan kesimin sahiplendiği müzik, bizde kentli, toplumun geneline kıyasla eğitimli gençlerin arasında peydahlandı. Bu sebeple, doğrusunu söylemek gerekirse biraz çelişkiler yumağına dönüşmüş bir kitle oldu hep. Bir yandan toplum içerisinde tepki toplayan giyim kuşamla dolaşır, kafa götürmeyen müzikler dinler durur, “serseri” damgası yerlerken, öte yandan bu damganın sonuçlarını dengelemek kaygısı taşıyor, sürekli kendilerini savunma ihtiyacı hissediyorlardı. Bir yandan isyankar, özgürlükçü bir imaj sergilerken, öte yandan din, aile ve devlet gibi totaliter kurumlara bağlılıklarını dile getirerek toplumun gözünde “aykırı ama efendi adam” izlenimi bırakma derdindelerdi. 17 Mart 1984’teki Cumhuriyet gazetesinde bir dinleyicinin şu söyledikleri, konuyla ilgili saçmalığı en azından 80’li yıllar nezdinde zirveye taşır: “Bizi herkes manyak olarak görüyor. Adam dövüyoruz zannediyor. Avrupa’daki gibi yozlaşmış değil, kendi toplumumuza göre bir heavy metal akımı sürdürüyoruz”. 

O yıllarda Türkiye’deki heavy metal dinleyicilerinin, müzikleriyle ilgili takip edebilecekleri özel bir süreli yayın yoktu. Genelde Hey, Gong, Ses, Onyedi gibi dergilerde bir-iki sayfa gruplarla ilgili haberler ve konser izlenimleri yer alır, günlük gazetelerde ise zaman zaman metalci gençleri uzaydan gelmiş, farklı bir yaşam formlarıymış gibi anlatan yabancılaşmış ve yadırgayıcı, üstten bakıcı yazılar yayınlanırdı. Müzik dergileri gazetelere göre çok daha yapıcı ve gençlerin yanında yer alan bir tutum sergileseler de, özellikle Hey dergisinde zirveye ulaşan “genç insan fetişizmi” yine birbirinden gülünç sayfaları ortaya çıkarır. “Her şey gençler için…” “Bravo gençler” “Pırıl pırıl gençler” “Gençler… gençler… gençler…” gibi ifadeler bu sayfalardan fışkırmadan duramaz. 

Usturuplu öncül yayınlar 

1985 yılında klasik rock sevenler için bağımsız ve nitelikli bir yayın olan Stüdyo İmge’nin birinci dönemi başlamış, aynı yıl Şener Yıldız Polis Radyosu’nda ağır müzik programı yapar olmuştu. Yıldız zamanla Hey dergisine de yazmaya başladı, bu esnada Mayıs 1986’da Moda Sineması Kültür Merkezi’nde açılan Rock Art adlı karma sergide dağıtılmak üzere dönemin yerli rock gruplarını, çizgi roman, öykü ve şiirleri içeren aynı adlı dergi, Stüdyo İmge’nin katkılarıyla bir kereliğine çıktı. Dolayısıyla ülkemizdeki bilinen ilk “ağır müzik” dergisinin Rock Art olduğu söylenebilecekken, ilk süreli yayın ise ilk sayısını 2 Kasım 1987’de çıkaran, Hey’in yanında 8 sayfalık ek olarak yer alan “Heavy Metal” isimli dergiydi. Şener Yıldız, Uğur Çakır ve Afşin Akın’ın çıkardığı dergi 28 hafta sürdü. O yıl yayına başlayan Blue Jean karşısında zor duruma düşen Hey’in kapanmadan önce son ağır icraatı ise meşhur İngiliz dergi Metal Hammer’ı Türkiye’ye getirme girişimiydi. Temmuz 1988’de Hey’in yanında 16 sayfalık bir deneme sayısı yayınlanan yerli Hammer’ın devamı gelmedi.

Bu sırada 7 Aralık 1986 tarihinde, Gırgır dergisinde Abdülkadir Elçioğlu adında bir çizer dergide “Grup Perişan” adında bir bant karikatür serisine başlamıştı. Grup Perişan’ın sayfasında, sayfanın kenarında, üzerinde kalan boşlukları ufacık, kargacık burgacık yazılar süsler oldu. Adeta ufak bir rock müzik yayını oluşmuştu. Konser duyuruları, metalik ilanlar, grup tanıtımları, listeler bu haftalık köşenin başlıca içeriğini oluşturmuş, dinledikleri müzikle ilgili bilgi kırıntısı peşinde koşan gençleri birbirine bağlamıştı. 1989’da Gırgır’dan kopan çizerlerin kurduğu Hıbır dergisinde Grup Perişan’a devam etti. Zamanla kenardaki duyuruların adı Meridyen adını almıştı, bu ismi o yılın Temmuz ayında Hıbır’ın yanında verilen 8 sayfalık, “Türkiye’nin tek hard rock heavy metal dergisi” sloganını taşıyan ekte de gördük. Grup Perişan, Şebek Heavy Metal Fanzin çıkana dek devam etti.

Hey’in Heavy Metal eki bittikten sonra takip edilecek düzenli yayın sıkıntısı çeken ağır müzik dinleyicileri, açlıklarını bir yandan Aptülika’nın köşesiyle gidermeye çalışırlarken, diğer yandan Güneş Gençlik dergisinde genç yazarların heavy metal gruplarıyla ilgili yazılarını takip ediyorlardı. Öyle bir açlık vardı ki, örneğin şimdi gençler yanında 32 sayfalık Headbang veren Blue Jean’e burun kıvırırlarken, o yıllarda aynı dergide heavy metale 1-2 sayfa ayrılmayagörsün, bayilerin yollarını aşındırıyorlardı. Bu açlıktan Boom Müzik Dergisi de nasibini aldı, 1989’dan 1991’e kadar çıkardığı sayılarda heavy metale de yer veriyordu. O güne kadar heavy metali hiç kapağına taşımayan dergi, kapanacağını öğrendikten sonra hazırladığı son sayısında Metallica’yı kapak yapmış, kendi içinde gelmiş geçmiş en yüksek satış başarısını yakalamıştı. Ama iş işten geçmişti elbet. Boom Müzik Dergisi de 1990’ın ilk yarısında 6 sayı sürecek olan 16 sayfalık yine Meridyen isimli heavy metal ekini vermişti. Aptülika’nın yayın danışmanlığını yaptığı dergide, Soner Olgun yayın yönetmeniydi. 

Yeraltından fanzinler

Çalışmalarını sürdürmek için gelir kaynağı aramakta olan Metalium grubunun o sıralarda menajerliğini üstlenmekte olan Ahmet Coşkuner ve Çağlan Tekil’in aklına dergi yapıp satmak geldi. Böylece hem grup için kaynak üretebilecek, hem de Tekil kendisini kovan ve ona “Senden gasteci masteci olmaz” diyen gazete müdüründen intikamını alabilecekti. İlk sayıyı hazırlayıp fotokopi makinesiyle çoğalttılar, Laneth’in ilk 35 baskısı Akmar Pasajı’na bırakıldığı gibi bitti. Ardından 50 tane daha bastılar, o da tükeniverdi. Dördüncü sayıda ofset baskının maliyetinin tiraj arttıkça düştüğünü öğrenip fotokopiyi bıraktılar. Her sayıda tiraj git gide artıyordu. Böyle olunca derginin görevi değişti, artık yerli grupları kapak yapmaya, tanıtmaya, demolarını incelemeye başladılar. Kazandıklarını yine dergiyi geliştirmek için harcıyor, sayfa sayısını arttırıyor, kapak on birinci sayıdan itibaren renkleniyordu. Para iyice artarsa “Lanethli Konserler” adlı konser serilerini düzenliyorlardı. Derginin kendine has bir tarzı oluşmuştu. Alman Scharmützel dergisinden gördükleri, çizgi roman üzerine yazı bantları kesip yapıştırmaları yıllarca alışkanlıkları oldu. Kapakta logonun sağında yazan “Türkiye’nin en az ‘satan’ dergisi” ile Sabah’a, “Krosun Siyah Tokmağı” ile Boom Müzik’teki “Piyanonun Kırmızı Tuşu”na, “Komşunun Oğlu” ile Playmen’deki “Komşu Kızı”na selamlarını gönderiyorlar, Sabah grubundan çıkan Rock Kazanı’na da bulaşıyorlardı. Derginin kendi gibi yazar kadrosu da efsaneydi. Zarife Öztürk, Süreyya İzgi, Aysın Önen, Maruz Müşkül (Kanat Atkaya) gibi isimleri, dizgiyi üstlenen Polat Bayraktarlar ve bilgisayar aleminin meşhuru Murat Adanç (MAC), muazzam röportajlarıyla Kerim Tunçay’ı içeriyordu. Mayıs 1991’deki ilk sayının ardından 1994’ün sonlarına kadar binlerce fanatiği olan başlı başına bir alt kültüre dönüşen Laneth’i o yıl gazetelerin ansiklopedi verme modası yüzünden artan kağıt fiyatları vurdu. Kerim Tunçay hazır Slayer ile röportaj yapmışken, kapağı Slayer süslemişken, bunun dergiyi zirvede bitirmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündüler ve Ekim 1994, Laneth’in son sayısının çıktığı zamana tekabül etti.

Aslında 1991’in ortaları Türkiye’deki fanzin hareketlerinin kesiştiği bir yıldı, sanki sözleşilmiş gibi aynı tarihe denk geldi. 2006’da kaybettiğimiz Metin Demirhan’ın hazırladığı Mega Metal’in de ilk sayısı kaba bir hesapla Mayıs ayına tekabül ediyor, ancak Laneth’ten sonra çıktığı söyleniyor. Üç yıl önceki sorumuzu cevaplayan Çağlan Tekil’e göre Mega Metal’in tek derdi Laneth’e rakip olmaktı. Sayfa düzeni ve editör sıralaması gibi birçok konuda Laneth’i taklit ettiklerini söylemişti Tekil. Bu sebepten ilk başlarda iki yayın arasında atışmalar olsa da, en nihayetinde buzlar erimiş, Metin Demirhan da ara sıra Laneth’e katkıda bulunurken görülmüştü. Çizimlerle müziği birleştiren Mega Metal, bu özelliğiyle kendini “art zine” olarak tanımlıyordu. 10 sayıyı bulamadan 1992 sonlarına doğru yayını sona erdi. Aynı dönemde çıkan bir başka fanzin ise Esat C. Başak’ın hazırladığı Mondo Trasho idi. Müzikte punk tarzına daha çok yönelen fanzin müziğin yanında edebiyat, sinema gibi alanlarda da içeriğe sahipti.

1991’in sonuna doğru fanzincilik hareketi hız kazanıp dikkat çekince, Cumhuriyet gazetesi bu konuya bir tam sayfasını ayırdı. Röportajı bu fanzinlerden kiminin içeriklerine katkılarda bulunan Orkun Uçar yapmış, Laneth, Mondo Trasho, Mega Metal, Rock Dünyası, Regorge, Abzoort gibi fanzinleri çıkaranların görüşlerini almış, ortaya fanzinler için ufak bir tipoloji çıkmıştı. Benzer bir röportajı 1992 yılının sonlarına doğru Free dergisi gerçekleştirdi, bu sefer Fantezin, Rip Ride, Anestezi gibi fanzinler de muhabbete dahil olmuştu. Röportajın yayınlandığı sayfada yazışma adresleriyle sıralanan diğer fanzinler şu şekildeydi: Aarg, Antoloji, Gorgor, Disguast, Coelacanth, Amargi, Horror News, Rock Reaction.

Meşhur rock dergisi Stüdyo İmge Haziran 1992’de üçüncü defa ortaya çıkmıştı, üstelik bu sefer heavy metale azımsanmayacak kadar çok yer veriyordu. Kasım 1993’e kadar 15 sayı sürdü, sonra Modern Rock Postası adıyla haftalık tabloid dergi denediler. İlk 19 Mart 1994’te çıkan dergi 5 hafta sürdü. Grunge tarzına bolca yer verse de yine de heavy metal az değildi. Şubat ve Nisan 1995’te 6 ve 7. sayıları da görüldü sonradan Mr. P’nin.

Plaza metal geliyor! 

Vaktiyle “Şeytanın Çocukları” başlığıyla haberler yapıp, bünyesindeki Engin Ardıç’ın meşhur köşe yazısında şeriatçıları laik aydınlar yerine metalcileri öldürmeye davet ettiği Sabah gazetesinin bünyesinde Ocak 1993’ten itibaren çıkmaya başlayan Rock Kazanı, bu tarz olayları unutmayıp gazetenin düştüğü çelişkiye kafasını takanlarca büyük bir tartışma konusu olmuştu. Haftalık, 16 sayfa yayınlanan dergi gevşek bir dile sahipti ve sadece yerli gruplarda veya Türkiye’de gerçekleşmiş konserlerde özgün içerik üretebiliyorlardı, yabancı gruplarla ilgili yazılar ve röportajlar genellikle çeviriydi. Yine de yaygın dağıtım sayesinde normalde fanzinlerin ulaşamadığı yerlere gidip, Türkiye’nin çeşitli illerindeki insanların heavy metalle tanışmasını sağladıkları için önemli bir yeri vardır ağır müzik basınının tarihinde. Rock Kazanı’nın yayın hayatı Ağustos 1995’teki 136. sayısına kadar devam etti. Burada ilk 9 ay derginin başında olan Özgür Yici, daha cesur ve kaliteli bir girişimde bulunma ihtiyacından ötürü Rock Kazanı’ndan ayrılıp “Rock!” adındaki kendi dergisini kurdu. İlk sayı Ekim 1993’te raflardaydı. Derginin logosu Fransa’da Hard Rock adıyla yayınlanan dergiden çakmaydı, 48 sayfa kuşe kağıda, aylık 4 sayı çıktı. İkinci sayısında verdiği, Roadrunner Records’a bağlı Sepultura, Obituary, Deicide, King Diamond gibi grupların şarkılarını içeren derleme kaset büyük yankı uyandırmıştı. 4 ay sürdükten sonra yayıncısı Mediapress batınca 3 ay boşlukta kalan dergi, soluğu Boyut Yayın Grubu’nda aldı ve isminden ünlemi attı. Dergiden Özgür Yici çoktan ayrılmış, Bora Çiftçi, Hilmi Tezgör gibi isimler işin başındaydı. Mayıs 1994’te başladı, Temmuz 1994’teki üçüncü sayıyla bitti.

Fanzin kökleri yeniden 

Daha önceki araştırmalarda 1995-1996 yılları birkaç ufak fanzin haricinde durağan görünüyordu, ancak death metal başta olmak üzere ekstrem müziklerle ilgilenen Enred dergisinin ilk beş sayısının Mahzen adı altında fotokopi fanzin olarak çıktığını öğrenmek, seyri biraz değiştirdi. Şu anda Hammer Müzik’te çalışan Enis Kızılkaya’nın 1995’in bilinmeyen bir döneminde ilk sayısını çıkardığı bir fanzindi Mahzen. Enred’e ise 1997 yılında dönüşmüş. Enred döneminde dergi gayet sağlam kuşe kağıdı ve 70’i bulan sayfa sayısına ulaştı, yer altındaki birçok yerli-yabancı grubu röportajlar ve albüm kritikleriyle meraklılarına ulaştırdı. 

1990’ların başlarında oldukça başarılı bir grafik çizen Hıbır, ortalarda ismini H.B.R. Maymun’a çevirmek zorunda kalmıştı. 1996 yılının sonlarına doğru aynı yayınevinden, H.B.R. Maymun’un bazı çizerleri Şebek adında bir mizah dergisi daha çıkarmaya başladılar. O dönem yükselişte olan Leman’ın karşısına yeni bir soluk getirmek istediler ama o patlama gerçekleşmeyince Aptülika nihayet yıllardır beklediği fırsatı karşısında buldu. Ekibi topladı ve dergi içerisinde birkaç hafta sürecek “heavy metal fanzin işgali”ni başlattı. Yirmi birinci sayı civarında başlayan bu işgal kırklı sayılara gelindiğinde artık tamamen gerçekleşmişti ve 16 sayfanın 16’sı da heavy metalle dolup taşıyordu. Bağımsız bir yayın olarak haftalık çıkmak ve bazı yabancı röportajlar haricinde çeviri yapmadan özgün içerik üretmek özensiz sayılara sebep oluyordu, sık sık dizgi hataları, ismi yanlış yazılan gruplar göze çarpıyordu. Derginin genelinde rahatsız eden bir nokta, gelen okur mektuplarının da, çoğu yazarın köşe yazılarının da metalcilik oynar gibi kaleme alınmasıydı. Özellikle Özgür Sevingül’ün o zamanki yazılarına kalsa, dünyadaki kötülüklerin karşısında tek kahraman heavy metaldi ve kötülüklerin başka işi gücü kalmamış gibi hepsi de son kale heavy metale saldırıyordu. Ama gerçek metalciler sonuna kadar direnecek ve zafere ulaşacaklardı! Şebek dergisinin başlangıcında bir heavy metal platformu kurmak amacı vardı ve görünen o ki, girişim kontrolden çıkan okur mektupları yüzünden iptal edilse de, kendini ve heavy metali aşırı ciddiye alan bu yaklaşım, platform denemesinin bir sonucuydu. Zaman geçip bu denemeden uzaklaştıkça kimi yazarlar ayrıldı, Şebek daha çok “müzik” konuşur oldu. H.B.R. Maymun’un düştüğü darboğazdan sonra yayıncı değiştirmek zorunda kaldılar, isim haklarını koruyamadıkları için 19 Eylül 1999’daki 146 numaralı sayılarında isimlerini “Köprüaltı” olarak değiştirdiler. Tirajları bir ara 7000’i bulmuştu ve yaygın dağıtımla Türkiye’nin her yerine yollanıyordu. 

Bu arada 1998 yılının başında Çağlan Tekil heavy metal dergiciliğine Non Serviam ile döndü. Wordde neredeyse tek başına hazırladığı ilk sayının ardından yeniden ekip toplandı, Zihni Müzik’in maddi ve manevi desteğini aldı. Ekibin bir kısmı Laneth’ten aşina olunan, bir kısmı ise ileride başka yerlerden aşina olunacak isimlerdi. Almanya’da yaşayan Kerim Tunçay ve Françoise Berger sayesinde o güne kadar görülmemiş özgün yabancı grup röportajları yapılıyor, o güne kadar yıllarca uzaklarda bir yerde yaşayan, gerçek olup olmadığından bile emin olunamayan heavy metalin dev isimlerinin elinde bir adet Non Serviam görünüyordu. Ekip Laneth’te kendine bir görev yüklemişti, içeriğini o doğrultuda oluşturuyordu. Non Serviam’da ise bunu bırakıp tamamen kendi istedikleri şeyleri içeren bir dergi yapma düşüncesini hayata geçirdiler. Bu, yer yer sinema ve edebiyat yazılarını beraberinde getirmesinin yanında, heavy metal satıhlarının dışındaki müzik gruplarından bahsedilmesini de kapsıyordu. Bu yüzden dışarıya genellikle kapalı olan heavy metal dinleyicilerinden çok tepkiler aldılar. Şebek ne kadar hakiki heavy metalin çizgisinden sapmamaya çalışıyorsa, Non Serviam ise o kadar özgürlükçü davranıp alternatif hayatı benimseyen insanların hayatındaki arka fonda çalan her müziğe kendini açıyordu.

1990’ların sonlarına doğru Türkiye’de heavy metal oldukça ivme kazanmıştı aslında. 1998 özel bir konser yılı oldu, 1999’da da büyük konserler devam etti. Biri haftalık tam üç büyük heavy metal dergisi çıkıyordu, irili ufaklı fanzinleri de unutmamalı. Ama önce 17 Ağustos depreminin yaşattığı travma ve getirdiği ekonomik sıkıntılar, daha sonra birtakım cinayet ve intihar olaylarıyla medyada patlayan satanist avının heavy metal dinleyicilerini hedef göstermesi, 18 yıllık birikimi en yoluna girdiği dönemde bıçak gibi kesti. 12 Eylül dönemini aratmayan baskınlar, yakılan dergiler, kırılan CD’ler, saçı uzun, tişörtü siyah diye içeri alınanlar Türkiye’deki heavy metal ortamına darbe vurdu. Bu darbeye Şebek 29 Ocak 2000’deki 165. sayıya kadar direndi, dergice son nefeslerini ise aylık dergiye dönüşüp Mayıs 2000’den Temmuz’a kadar üç sayı çıkararak verdiler. Enred 12 numaralı en son sayısını Mayıs 2000’de çıkarabildi. Non Serviam ise Eylül 2000’e kadar dayandı, kendi düzenlediği 23 Eylül’deki Tiamat konseriyle veda etti.

Modern zamanlar 

Her şey bir anda bitivermiş, 90’larla olan bağ kesilmiş gibiydi. Zaten 2000’ler, o meşhur teknoloji mitlerinin gerçekleşeceği döneme girilmişti. O ilk kaset heyecanları, açıkhava konserleri, buluşma noktaları, el yapımı siyah tişörtler çok uzaklarda kalmıştı. Devir, internet devrine gidiyordu, medya ise toplum içinde ayrık duran gençlerin üzerinden yeterince reyting almış, sömürüp bozguna uğratıp kenara atmıştı. Böyle bir ortamda tam da Non Serviam’ın bittiği Eylül 2000 tarihinde, Ankara’dan Rock Station dergisi geldi. Uzun yıllar yine aynı adlı radyo programı ve festivalden, Şebek’teki yazılarından tanınan Hicri Bozdağ çıkarıyordu. İki aylık bir periyoda sahip olmayı hedefleyen dergi zaman zaman ara verse de en az 6 yıl boyunca yeni sayılar yayınladı. Bu sebeple takdire şayan bir dergiydi, ama kendisini özel bir yere koyacak şeylerden yoksundu. İçerik sürekli röportaj, grup tanıtımı, albüm kritiği şeklinde gidiyordu ve neredeyse herkeste monoton bir üslup vardı. Şebek’teki grup ve albüm isimlerini yanlış yazma geleneği devam ediyordu. Haklı olunsa bile amatörce bir davranışla, önsözünde, köşe yazılarında sürekli festivale gelen eleştirilere cevaplar yetiştiriliyor, birtakım ilgisizliklerden dert yanılıyordu. Kısacası o günlerde takipçileri açısından bir boşluğu doldursa da, bugün sahaflarda karşılaşınca heyecan yaratmayan bir dergi ortaya çıkarmışlardı. En son Kasım 2007’deki 37 numaralı sayısına rastlandı.

Bilgisayarların ve internetin yaygınlaşması artık birtakım içeriğin basılı olmayan mecralarda dağıtılması fikrini de beraberinde getiriyordu. 2001’de yayına başlayan Deli Kasap da bu fikir sonucu ortaya çıkmış, yıllarca gerçekten dergiymişçesine her ay içeriğini güncellerken, bu içeriğini destekleyen kapaklar da yayınlamıştı. İstanbul’un tanıdık heavy metal simalarını da bir araya getiren dergi nihayet Ağustos 2007’de koleksiyon sayısını basarak matbu ortamla da tanıştı. Daha sonra birkaç ay aralıklarla, yeni yazılarla 3 sayı daha çıkardılar. Deli Kasap müziğin yanında politik duruşuyla da nam salmıştı. Kimisi bu durumu eleştiriyor, müziğe niye politika karıştırdıklarını sorgularken, “rock’n’roll kültürü” ile politikanın ayrışamayacağı cevabını alıyorlardı. Klasik rock dergilerindeki gıptayla baktığımız, o bir türlü heavy metal alanına uğramayan kuramsal anlatım, yayınladıkları kimi yazılarda büyük bir boşluğu ve açlığı dolduruyordu. Doğrusu bu şekilde iyi de yapıyordu Deli Kasap, ama “kendini fazla ciddiye alma” durumu burada da ortaya çıkıyor, özellikle Nisan 2009’da yayınlanan dördüncü ve son sayılarında yer yer trajikomik söylemlere sebep verebiliyordu. Atılan sloganlar günlük dile yapışmış olsa gerek ki, güzel güzel müzik konuşurken bir anda “soysuz köpekler” tabiri araya karışıveriyordu. Üç sayıdır devam eden ve yeni bir şey katmayan, bir yere varamayan dosya konuları artık sanki sırf ilgi çekmek için uzatılıp devam ettiriliyordu. Deli Kasap o tarihten sonra bir daha basılı dergi çıkarmadı, bugün yayınına internet sitesi şeklinde devam ediyor.

Ankara’dan çıkan bir başka dergi, Zor da 2000’lerdeki en önemli yayınlardan biri olmuştu. Nisan 2002’deki ilk sayısından Haziran 2008’e kadar toplam 12 sayı çıkardılar. İlk zamanlardaki sayılar Enred ekolünde, yeraltı gruplarla yapılmış onlarca röportaj, onlarca albüm kritiğinden başka şey içermezken, sonlara doğru Non Serviam ekolüne benzedikleri görüldü. Artık onlar da tartışmalı isimlerle röportajlar yapıyor, albümlerini övüyorlar, tepkileri üzerlerine çekiyorlardı. Sinema, edebiyat, genel kültürle ilgili yazıların sayfaları artıyordu. Amerikan cilde geçilip renkli sayfalara girilmişti. Bir başka tepki aldıkları konu, yerli gruplara pek yer vermeyişiydi. Ama onlar da kimsenin eleştiri kabul etmediği bir ortamda beğenmedikleri grupları pohpohlamak istemiyorlardı. 2008’de aylık yayınlanma planları kurarlarken, bir mektupla dergiyi kapatmak zorunda kaldılar.

2000’ler, metalcilerin açlık ve fedakarlık konusunda sınandıkları bir dönem oldu. 2005’te geri dönen 16 sayfalık Rock Kazanı için Mix adlı genç kız dergisini almak zorunda kaldılar. Yine o dönemlerde çıkan 16 sayfalık Gürültü eki için Yüxexes almak gerekiyordu. Heavy metal içeriğinin yanında alakasız dergiler almaya ayak direyenler için Blue Jean’in verdiği 52 sayfalık Headbang dergisi ise büyük bir sınavdı. Headbang, Çağlan Tekil’in son büyük metal dergisi işi oldu ve uzun süredir 32 sayfaya düşse de, günümüzde devam eden tek dergi olarak kaldı. 

Toparlanıyoruz 

2000’lerde dergi/fanzin hazırlama işi artık tamamen bilgisayardan yürütüldüğü ve çoğunluk bu konuda yetkin olmadığı için, irili ufaklı yayınlarda büyük bir tekdüzelik ve acemilik ortaya çıktı. Bazı denemeler içeriğiyle, bazıları ise bu tekdüzeliğe düşmeyişleriyle dikkati çekti. Bitirirken onların da isimlerini anmadan geçmeyelim: Pena Zine, Metal Heart, Ağrı Kesici, Electric, Kuzey Ormanı…

Son 25 yılın dergi ve fanzinleri, son 30 yılın gazete küpürleri, birçok konuda derli toplu kaynak üretemeyen ülkemizde müzik geçmişinin peşine düşenlerin yolunu aydınlatıyor. Meraklısı için şimdi gün, sahafların yollarını aşındırma, raflarını karıştırma günüdür!

Bir Cevap Yazın