Yavuz Çetin – Satılık: Bir Uyumsuzun Hatıra Defteri

15 Ağustos 2001’de kaybettiğimiz Yavuz Çetin aklımıza geldi, efsane albümü “Satılık” günlerdir kulaklarımızdan eksik olmadı. Çetin’i son büyük eseri eşliğinde anıyoruz...

Üzerinden 11 yıl geçmiş, bir sabah aklıma takıldı şarkıları. Hafif gururla karışık kaybetmişlik melankolisi, hayatta halinden hep memnun görünen insanlara gıpta etmekle karışık memnuniyetsizlik ve sabretsem geçecek yalnızlığımın eşliğinde açtım Satılık isimli albümü. 45 dakika boyunca tüylerim diken dikendi, ikinci şarkıdan itibaren gözlerim doldu, dördüncü şarkıdan itibaren “kim görecek ki, sal gitsin” deyip koyverdim. İşi gücü bırakıp her bir şarkıya kim ne demiş diye baktım internetten. Albümün, ruhumun orta yerine bırakıverdiği yoğun duygu sisi ile benzer hisleri taşıyanları aradı gözlerim, aynı şeyden iki kelam konuşalım diye. Sonra bıraktım onları, Yavuz Çetin’in sesine kulak verdim, o anlattı ben dinledim. Anladım ki Satılık, depresyondaki bir insanın günlüğü, zaman zaman ise bir çeşit intihar mektubuymuş. Yazdığı her kelime, sanki 15 Ağustos’a giden yolda geçtiği yerlerin birer manzarası, vesikasıymış.  

Yavuz Çetin hakkında bildiğim tek şey, müziği. Detaylı biyografisini okumuşluğum yok, işte, 1990’ların başlarında Batuhan Mutlugil ile Blue Blues Band’de çalıyordu, sonra MFÖ’nün konserlerindeki orkestrada gitar çaldı, oğlu Yavuzcan dünyaya geldi, “İlk” adındaki ilk albümü yayınlandı, eşinden boşandı, depresyona girdi, Satılık’ı uzun süre yayınlayamadı… Bu kadar. Depresyona neden girdi, intihara giden yolu neden seçti, neler yaşadı, bunları bilmiyorum. Sadece şarkıları ipuçları veriyor bana. İç dünyasında büyük ve yoğun acılar çektiği kesin. Bunlar öyle yoğun ki, şarkılar yazıp acısını eserlerine aktarmak yetmemiş, varlıklarını halen daha içinde sürdürmüş olmalı. Bildiğim bir şey vardır ki, büyük sanat eserleri büyük yalnızlıklardan, acılardan ve sıkıntılardan ortaya çıkar. Bir yazarın yazabileceği anlar en sıkıntı dolu günlere denk gelir, bir ressamın başyapıtı acılarının elinde şekillenir. Hani o “en büyük eser” oluşurken bir aydınlanma, bir sevinç resmedilir ya biz seyircilere, işte o sanatçının üretmeden önceki ruh halinden ötürü değildir ki… Olsa olsa içindeki acıları çalıştığı ortama, kağıda, tuvale, mermere aktarırken onları kafasından atıp somut bir ortama hapsetmenin verdiği rahatlama ve hafifleme duygusudur. Satılık gibi muhteşem bir eserin, Çetin’in yaşadığı ve duyduğu acının her bir notasına işlendiği bir albümün ardından bile girdiği yolun değişmemesi, bana yaşadığı çevreyle ne kadar büyük bir çatışma yaşadığını ve bu uyuşmazlığın ne büyük zorluklar yaşattığını söylüyor.

Defterden sayfalar…

Eski görüntülerden derlenerek oluşturulan klibiyle albümün çıkış şarkısı seçilen “Yaşamak İstemem”, sözleriyle bir bakıma bütün olan biteni özetliyordu. Toplum ya da devlet fark etmez, düzenin kendi çarklarıyla uyumlu dönmeyenleri nasıl dışlayıp öğüttüğünü, yıprattığını anlatıyordu onu bu hale getirenlere sorarken:

Benden bir ruhsuz yaratmayı

Nasıl başardınız

Benden bir hissiz yaratmayı

Nasıl başardınız

Benden bir uyumsuz yaratmayı

Nasıl başardınız

Benden sizden biriyaratmayı

Nasıl başardınız

Aralarında yaşamak istemediğini dile getirirken ağız dolusuyla “eğitilmiş köpekler”e, “doymak bilmez maymunlar”a hitap ediyor. Aslında niyeti başkalarını suçlamak olmasa gerek, çünkü eleştiri oklarını doğrudan fırlattığı bir tek şarkısı daha var albümde, onda da zaten platin saçlı karılar ve onların geçim derdi olmayan çevreleri nasip alıyor sadece. Onun derdi kendi çıkmazlarıyla gibi görünüyor: Önce “Bul Beni” diye sesleniyor, sonra “Kurtar Beni” diye… İşin ilginci, bütün bu dibe batmış bir ruhu anlatan sözlerin, onu bu hale getiren şeylerle dalga geçercesine hareketli ve coşkulu bir müzikle vücuda gelmiş olması. Yoksa hiç dinlemeyen biri şarkı sözlerini okusa kafasında çok alakasız bir müzik kurgulardı herhalde:

Doğruyu yanlışı kestiremez bir haldeyim

Herkese inancımı yitirmiş bir haldeyim

İyi olmaktan çok uzakta bir yerdeyim

Yerlerde sürünür güçsüz bir haldeyim

Gel de bul beni

Ve “Kurtar Beni” adlı şarkıdan karamsar bir tasvir, sanki ona vız geliyormuş gibi cayır cayır gitarlar eşliğinde söyleniyor:

Korku içinde geçiyor şimdi hayatım

Beni korkutan nedir bilmeden

Birden kesiliverse bu sıkıntı bu çile

Cehennem dönüverse cennete

Can kulağıyla dinlerken onun anlattığı bir sohbete dönüştü dedim ya Satılık albümü, doğru ya da yanlış, şarkılarından tanır oldum onu. Yazdığı karamsar sözlerin yaşadığı gerçekliği ne kadar doğru ve samimi anlattığını anlayınca, yazdığı aşk şarkıları bana onun bunu da ne kadar yoğun yaşadığını anlattı. O kadar çok sevmek ki, kendi benliğinden vazgeçmek, sevgilinin şefkati ile tutkusuna mazhar olmak. Varlığını sevdiğine ait bir hale getirmek… Ataerkil bir ülkede, bireyciliğe meyillenen bir gezegende bir erkeğin “Sadece senin olmak istedim dünyada” demesi kadar ‘karşı’ bir şey var mı? “Bir köle oldum senin aşkına” demek herkes için kolay olmasa gerek. 

Uyum sadece müzikte

Albümde ağzı açık bırakan gitar bölümleri var. “Virtüöz albümü” demek bu anlamda bir övgü mü sayılır, yoksa yergi mi, ona karar vermek güç. Çünkü bol numaralı, enstrümanların sınırlarını zorlayan albümlerin yüksek ve karmaşık tekniklerine rağmen, en büyük eksiklikleri bir ruha sahip olmayışları. Halbuki “Oyuncak Dünya”da hayatı, hayattaki kötülükleri ve kendi yerini sorgularken, “Ben de müzisyeni oynarım şimdi” dedikten sonra gözlerde iki damla yaş bırakıp, inanılmaz bir akustik gitar solosuna giriyor Yavuz Çetin. Oyun birdenbire hareketleniveriyor, şarkıyı yorumlamak isteyen nice gitar meraklısı, orayı doğaçlamaya bağlayıp şarkıyı bitiriyor. Peki ya “Benimle Uçmak İster misin?” şarkısının sonundaki bölüme ne demeli? İster romantizmin dorukları olsun, ister intihara cezbettiren içgüdüyü simgelesin, ister kimisi sözleri uyuşturuculara bağlasın, dinleyicinin cevabını beklemeden onları uçuran bir gitar solosu… 

Her Şey Biter

Bütün bu olan bitende İstanbul’un da payı var elbette. İçinde yaşayanların ömürlerinden, yaşama sevinçlerinden ve enerjilerinden beslenen dev bir canavar İstanbul adeta. Onları sömürüyor, öğütüyor, posasını yol kenarlarına, boğazın sularına, yanmış yıkıntı binalara bırakıveriyor. Buna rağmen şarkılar hep İstanbul’u övüyor, “onsuz olmaz” diyor. Yavuz Çetin de öyle diyor, ama artık bu canavara bağımlı bir hale geldikleri için. “Cihangir sokakları, huzursuz insanlar / Ve artık hiç atmayan bu kalbim”, hepsi birden kendi iyeliklerinden çıkmış, İstanbul’a ait olmuş.  Esaslı bir kaçış planı yapmadıkça, intihar edenini bile sahipleniyor İstanbul, boğazının sularında.

Böyle güzel seven bir adama ayrılık yakışmıyor, hayattan ayrılık ise hiç yakışmıyor. Satılık sona ererken çalan o şarkıyı kolay kolay benimseyemiyoruz o yüzden, ne basit bir ayrılık şarkısı olarak, ne de yaşam ve ölüm üzerine düşüncelerde. Ama noktayı mutlak bir gerçekle koydu Yavuz Çetin, bugün o nokta mezarının taşında: “Bir gün gelir, herkes kendi yoluna gider / Her şey nasıl başladıysa, öyle biter

Bir Cevap Yazın