My Dying Bride: En Kalın Telden Notalar
İkinci nesil doom metalin en görkemli grubu My Dying Bride, geçen ay çıkardığı albümü A Map of All Our Failures ile zehrini akıtacağı yeni kulaklar arıyor.
Dışarıya çoğu kez ciddi, konuşmayan ve belki sıkıcı izlenimler veren birisi olsam da, aslında düşüncelerimi ifade ederken çoğu kez dalgacı davrandığımı, üzüntüleri ciddiye almadan geçiştiriverdiğimi fark ettim. Gerçek yaşantılardaki acılar, olayın öznelerine ne kadar yabancı olursam olayım beni gerçekten derinden etkiliyor, ama kurgulardaki dramatik, trajik yapıları çoğu kez dalgaya alıp, onlarla eğlenmeden de edemiyorum. Daha dün yerli dizinin birinde arkada ağlak bir müzik, bir karakter öbürüne “Mehpare, Mehpare!” diye seslenirken benim ağzımdan “Yekpare, ek yeri yok, nereye sokarsan sok…” tekerlemesi dökülüyordu. Müzik tercihlerimde de bu böyle oldu hep. 1990’lar ile beraber kırılganlaşan ve kişisel üzüntü ile acılarını sözlerinin başlıca konusu haline getiren heavy metale bir türlü kucak açamadım. Halbuki zaman içerisinde 90’larla başlayan akımın dışında kalan nice enerji emici, karanlık albümler, şarkılar eşlik etti kimi hayat sahnelerime. Kalbimin etrafına ağırlıklar çöreklendi, bazen de mideme… İlla ki tüylerim diken diken olurken gözlerim yaşardı, ortam müsaitse saldık iki üç damla.
Benim dinlerken üzülüp içime kapandığım albümler; eğlenceli veya hayat gibi nötr kurgularda ara sıra geçen trajik ve dokunaklı sahnelere benziyorken, bütün kariyeri acı ve kederi anlatan eserlerle dolu grupların albümleri vardı bir de. Heavy metal şemsiyesinin içerisinde hem sözleri, hem de müziğiyle beraber bunu en çok ön plana çıkaranlar, aynı zamanda 90’larda bu ağır müzik kültürünün dışarıya yansıyan karakterini, duruşunu değiştirenler oldu. Önceden dışarıdan bakan gözler için maço tavırlar, serseri ve özensiz üst baş ile akıllara kazınan heavy metal, My Dying Bride, Anathema ve Paradise Lost’un açtığı yolun büyümesinin ardından karanlık, durağan, somurtkan karakterlerde vücut buldu. Bu İngiliz üçlüsünden önce de doom metal vardı, ama o vakitler sözlerin içerdiği karanlık, bestelerdeki alaycı tavırla dengeleniyor, maçoluğa yine zeval gelmiyordu.
Deneyden dönenler
90’larda alınan bu yeni kötümser kırılgan tavır aynı zamanda beraberinde birçok yenilikçi müzisyeni de getirdi. Birçok grup ilk demolarında yine karamsar havasının yanında death metalden esintiler taşırken, ilerleyen yıllarda tertemiz vokaller, değişik enstrümanlar, farklı tarzlara kayan denemelerle açık fikirli dinleyicilerin merkezine oturdular. Yine İngiliz üçlü özelinde, Anathema ve Paradise Lost yeniliklere yelken açar giderken, My Dying Bride ise 1998’deki “34.788%… Complete” albümüyle attığı birkaç kulacın ardından geri dönüp bildiği yoldan ilerlemeye karar vererek istisnai bir konuma geldi. Bilindik heavy metal orkestra dizilimine ek olarak kimi zaman klavye, kimi zaman keman kullanımı, Aaron Sainthorpe’un temiz sesinin yanında kullanmaya devam ettiği kirli vokaller, şarkı sözlerinde günümüzün şairlerini kıskandıracak derecede üst düzey şiirsellik, ağır besteler, ağır sesler My Dying Bride’ın kendi sularında yüzdüğü albümlerin karakteristik özellikleri oldu.
Sert karamsarlar
Bütün yazı boyu kişisel düşüncelere dalıp konuya bir türlü giremeyişimin meşruiyeti (yahut bahanesi) My Dying Bride ve akranlarının sert müziğe getirdiği kişisellikte saklı. Ve bugün yeni albümleri A Map of All Our Failures’i henüz edinemediğim için yetinmek zorunda kaldığım Kneel Till Doomsday ve Hail Odysseus şarkıları o kadar ağır, o kadar “doom” bir izlenim veriyor ki albüm öncesi, aklım Celtic Frost’un Monotheist albümüyle yaşadığım haftalara, aylara gidiyor. A Map of All Our Failures ile haftalarca yaşayacağım ihtimalini fısıldıyor. Huylu huyundan vazgeçmez misali; acıklı filmler ve hikayelerle halen daha dalga geçip, salt depresif müzik yapan grupları görmezden gelmeyi sürdüreceğim belki, ama bu son albümüyle My Dying Bride kendisine nihayet kucak açacağım ihtimalini gündemime yerleştiriyor. My Dying Bride, zehrini akıtmaya devam ediyor…