Satyricon: Sabrın Sonu Yeni Albüm
Eylül ayında son albümü Satyricon’u çıkaran Satyricon aslında tam 5 yıl sonra yeni bir albüm yayınlamış oldu. Belgesel çekecek bütçemiz olmadığı için Satyr’den alıntılarla o 5 yılı özetliyoruz.
İlk albümü Dark Medieval Times’ın üzerinden 20 yıl geçiren ve o günden bu yana köprünün altından çok su akıtan Satyricon geçtiğimiz yıl kendi adını taşıyan yeni albümüyle gündemdeydi. 1999 tarihli sansasyonel albüm Rebel Extravaganza’dan bu yana sürekli olarak bazısı çok olumlu, bazısı çok olumsuz, dengesiz yorumlar almaya alışmış olan grup bu geleneğini yine bozmadı. Basının ve dinleyicilerin bir bölümü albümü baş tacı ederken, öbür kısmı vasatın altından en dibe uzanan skalada eleştirilerini sunuyordu. Headbang’de Erdem’in yazdığı albüm kritiği de bu ikinci kısmın arasında yerini almıştı. Albümün ortasındaki Phoenix’e kadar uyuyup, şarkıda konuk vokalist Sivert Høyem’in sesi girince sıçrayarak uyanan Erdem’e bu noktada katılıyorum, hatta gördüğümü de arttırıyorum: Albüm esas Phoenix’ten itibaren başlıyormuş gibi tınlamakta, ondan önceki şarkılar ise bir miktar ayırt edicilikten uzak. Ama Satyr’e sorsak, röportajlarında daha evvel verdiği bir cevabı tekrarlayacaktır: “Bugün mihenk taşı olarak bilinen albümler ilk çıktıkları zamanlarda bir miktar tepki çekmişler, anında anlaşılamamışlardı. Yeni albümde uzun soluklu olmasını sağlayacak niteliklerin bulunduğunu düşünüyoruz, 10 yıl sonra nasıl algılanacağını düşünmek heyecan verici”.
Farkına varış
Satyricon’un yeni albümüyle ilgili röportajlarda muhabbeti eksik olmayan bir diğer mevzu ise aradan geçen 5 yıl. Bu Satyricon için iki albüm arasındaki en uzun süre. Bu da son albümü grubun diskografisindeki en değişik arkaplana sahip albüm yapıyor. Olan biteni anlamak için 2008’e geri sarıyoruz: Kasım ayında çıkan The Age of Nero grubun kağıt üzerindeki en başarılı albümü olmuştu. Bu başarı gelmemiş olsa bile albüm yayınlandıktan sonra Satyr’in hissettikleri belliydi, bu albüm grubun kariyerinde bir devri kapatmıştı. Artık 2000’lerdeki yaptığı müzikten farklı bir şey denemesi gerektiğini hissediyordu, ama henüz “eski” müziklerinin etkisi üzerinden geçmemişti. Zaten araya oldukça yoğun bir turne girdi. 2009’un sonlarına kadar süren bu turne Satyr’in üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Henüz konser vermemek anlamında Fenriz kadar ileriye gitmese de, turnelerden bıkmaya başladı: “Benim hayal ettiğim, ömrüm boyunca bir otobüsün arkasında uyumak ya da bir ay içerisinde havalimanlarında 50 defa güvenlik kuyruğuna girmek değildi”. Sahnede olmak halen daha büyük bir keyif olsa da, turnede karşılaşılan bu ve diğer formaliteler onu oldukça yıldırmıştı.
2010 yılının Ağustos ayında Satyr radikal bir karar verdi, tur ekibinin büyük bir bölümüne, menajerler de dahil, kapıyı gösterdi. “Eğer başarılı bir ekibiniz varsa ve düzenli çalmaya ara verdiyseniz, bir şekilde onları kaybedersiniz çünkü onlar serbest çalışan elemanlar. Bizimle çalışmadıkları sürede karşılarına bol miktarda iş çıkabilir” şeklinde bir sebebi açıklıyor Satyr, öbür sebep ise en ufak uyuşmazlıklardan büyük kavgaların tetiklenebilme ihtimali. Onların yerine, kendilerini yeniden müziğe verdiklerinde genç ve hevesli elemanlar alınacaktı, alındı da. Röportajlarda bundan bahsedildiği zamanlarda Frost’un gruba katılma hikayesi de anlatılmadan geçilmiyor: “Onu seçmiş olmama çok şaşırdığını söylemişti, halen daha söylüyor olabilir”. Satyr grup için bir davulcu ararken Emperor’un davulcusu Faust’un önerisiyle birkaç ay evvel davul çalmayı bırakmaya karar veren Frost’u denedi. Deneme esnasında Frost üç aydır hiç davul çalmamıştı, biraz da akşamdan kalmaydı. Kötü çalmasına rağmen Satyr’in istediği bütün temel özellikleri sergilemişti: “Vücudunun bütün hücrelerinde black metali taşıdığı ve hissettiği görülüyordu, bu tarz kişiler bu iş için etrafınızda isteyebileceğiniz insanlardı işte”.
Kafa dinleme
The Age of Nero sonrası boşlukta Satyr müziğin haricinde şarap üretimine odaklanma fırsatı buldu. O güne değin dünyayı sadece yoğun turne programları ile gezebilen Satyr, şarap sayesinde dünyanın çeşitli yerlerini telaştan uzak bir şekilde dolaşma imkanı buldu. Fransa’da şarap üreten bir ailenin yanında kaldı, üretim aşamalarında beraber çalıştılar. Daha da ilginci, Lübnan’daki bir şarap üreticisinin yanında soluğu almasıyla geldi. Hizbullah’ın kontrolü altındaki alanlarda şarap üretimine şahit oldu. Üretici arkadaşıyla birlikte her seferinde silahlı örgütün kontrol noktalarından geçmek zorunda kalan ikili için ilk seferler oldukça gerilimliydi. Arkadaşı onu “Kontrol noktasına yaklaşırken sakın onlara bakma, normal davran” diye uyarırken Satyr’i daha da geriyordu. “Silahlı gerilla arabaya yaklaşıp anlamadığım bir dilde konuşuyordu ve ben de pencereden dışarıya bir robot gibi tepkisizce bakarak oturuyordum” diye anlatıyor Satyr o anları. Şarap üreticiliğini müzik endüstrisine benzetiyor, aynen oradaki gibi üreticiler arasında ana akım ve yer altı ayrımı var. Seyahatlerinden de anladığımız üzere, Satyr üretimin yer altı tarafında.
Ve kayıttayız
Grubun adını taşıyan yeni albümün öncesinde geçen 5 yıl varken, bunun tam 1,5 yılı albüm çalışmaları üzerineydi. Ezelden beri analog kaydın önemini bilen ve yer yer kullanan Norveçli ikili bu kez özellikle Satyr’in inadıyla dijital teknolojiye hiç taviz vermemeye çalıştı. İlk çalışmalar oldukça modern tesisat ile gerçekleşmişti. Sonra sil baştan analog kayda dönüldü. Satyr, metal gruplarında pek rastlanmayacak bir şekilde, çaldığı gitarlarda hiç pedal kullanmadı, distortion efektini sadece amfisinden elde etti. Böyle yapmak gitarın karakteristik sesini daha iyi elde edebilmenin yanında, basılan notanın daha kısa sürede sönümlenmesini sağlıyor. Bu da boşa çıkan süreler sebebiyle şarkıların yeniden yazılması demek oluyor. Satyricon’da da tam olarak bu oldu, yeniden yazma süreci albümün üretim süresini uzattı. Gitarları hallettikten sonra davullarda da Satyr’in inadı etkili oldu. İlk kayıtların ardından Frost’a gidip “Davulların tınısını sevdim ama hiçbir şey eski davul kitimiz gibi tınlamıyor. Neden onu kullanmıyoruz?” dedi, Frost’tan “Çünkü eski ve bozuk, ayrıca çalması çok zor” cevabını aldı. Satyr çok hızlı bir davul performansı beklemiyordu, üstelik davulu tamir ettirmek mümkündü, bir şekilde Frost’u ikna etti. O davul seti en son 2002’deki Volcano albümünde çalınmıştı. Ama black metal tarihindeki yeri oldukça büyüktü: Emperor’ın 1994’teki Nightside Eclipse albümünde o davul seti kullanılmıştı. Sadece o değil, aynı yıl Mayhem’in De Mysteriis Dom Sathanas albümünde de kayıtlardaki yerini aldı. Satyr’in hatırladığına göre birkaç Darkthrone albümünde, en az bir Burzum albümünde, bir ya da iki tane Enslaved albümünde arka planda boy gösterdi.
Neticede Satyr’in ısrarları, geçtiğimiz Ağustos ayında tamamlanıp Eylül ayının ilk günlerinde yayınlanan Satyricon albümünde kendi açısından oldukça tatmin edici sonuçlara imkan verdi. Bugün ortalama bir grup modern kayıt imkanlarıyla 3 ayda bir albüm kaydedebilecek durumdayken, Satyr 18 ay sürmesine sebep olsa da yeni albümde aradığı atmosferi yakalamanın sevincini yaşıyor. Kağıt üzerindeki başarıyı The Age of Nero ile kıyaslamak için henüz erken olsa da Norveç’in albüm listelerinde 1 numarayı görmesiyle 2008’in çok da gerisinde kalmayacaklarının sinyallerini veriyor Satyricon. Şubat sonu ve Mart başındaki Avustralya turnesinden sonra ilkbaharı birçok grubun aksine sessiz sedasız geçirecek olan Satyricon gerçekten de yoğun konser programlarından kaçınıyor görünmekte. O zaman bir sonraki albüm için 5 yıl daha beklemek gerekmeyecektir. Ama zaten daha Satyr’in iddiasını test edip, son albümün zaman geçtikçe ne kadar uzun soluklu olduğunu ya da olmadığını göreceğiz.
Kimin tesisatı?
Yaklaşık 2 yıl önce Pentagram’ın MMXII albümü çıktığı zaman kayıtla ilgili bir tartışma ortaya çıkmıştı. Kayıt kalitesini beğenmeyen dinleyicilere karşılık, Tarkan Gözübüyük albümün en ideal olarak kaliteli ses sistemlerinde dinlenebildiğini söylemişti. Bu da bir başka tartışmayı ortaya taşıdı: Gruplar albümleri pahalı ses sistemlerine göre mi kaydetmeli, yoksa herkesin erişebildiği ucuz ve ortalama cihazlara göre mi? Satyricon bu son albümde bu tartışmadan habersiz bir şekilde Tarkan Gözübüyük’ün ters tarafında yerini alıyor. Satyr’le röportaj yapan basın mensupları kendilerine iletilen düşük kaliteli ses akışında bile müzikteki derin katmanları algılayabildiklerini söylerken, CD’den dinleyecek olanlara Satyr’in tavsiyesi ise şu şekilde: “İyi bir stereonuz olsun, ekolayzırıyla hiç oynamayın, her ayarı olduğu gibi bırakın, böylece o zaman kaydı tam olarak istediğimiz haliyle dinleyebilirsiniz”. Kısacası ufak çaplı bir stüdyoya gerek yok, kendi tesisatımızda da hoş tınılarla baş başa kalabileceğiz.