Opeth: Yeni Albümün Peşinde
Yeni albümü Pale Communion’ın çıkış hikayesi yılan hikayesine dönüşen Opeth için son tarih belli oldu: 26 Ağustos 2014. O gün gelene kadar biriktirdiğimiz malzemeleri paylaşıyoruz.
Tarihin her döneminde geçmişi hasretle anıp gündelik hayatına uyarlamaya çalışan insanlar olmuştu ve olacak da, fakat son yıllarda özellikle heavy metal alanında geçmiş dönemler, 70’ler ve 80’ler birer modaya dönüştü. Bu moda ne kadar etkilemiştir bilinmez, ama yeni veya eski birçok grupta olduğu gibi Opeth’te de elektrik gitarlı müziğin antik döneminden beslenme durumu olduğu kaçınılmaz. Özellikle 2011’deki albüm Heritage ile birlikte zirveye çıkan bu durum, nihayetinde Opeth dinleyicilerini ikiye böldü: Bir tarafta gidişattan memnun olanlar, diğer tarafta grubun kendi özünden çok uzaklaştığını düşünenler. Grubun esas oğlanı Mikael Akerfeldt’e sorsak, aynı soruyu her müzisyenin cevaplayacağı gibi, içinden gelen müziği yapmakta kendisi. Peki Heritage’ın üzerinden üç yıl geçtikten sonra, yeni albüm Pale Communion’ın yayınlanmasının öncesinde Mikael’in içinden nasıl bir şeyler geçiyor? Bu konuda şu anda bize ipucu veren tek şey, geçen ayın başında yayınlanan Cusp of Eternity adlı şarkı ve bir de röportajlarda geçen demeçler.
Kayıt ortamı
Pale Communion’ın çıkış noktası, Heritage’dan çok uzakta bir yerde değil, onun bittiği yerden devam ediyor. Şarkıların yazarları Mikael Akerfeldt ve Martin Mendez devrimsel bir şeyin peşinde koşmamışlar, eldeki malzemeyi güncellemeye çalışmışlar. 70’lerin sonu ve 80’lerin başındaki döneme ait prodüksiyonları beğendiğini söyleyen Mikael, doğal olarak bu ses rengini albümün soundu için referans almaya eğilim göstermiş. Bu sebeple grup, soluğu Galler’deki Rockfield Stüdyosu’nda aldı. Bu stüdyo aynı zamanda Queen’in Bohemian Rhapsody albümünü kaydettiği yer. Tarlalar ve çiftlik hayvanlarının çevrelediği uçsuz bucaksız bir alanın ortasındaki stüdyoya en yakın kasaba 20 dakikalık yürüme mesafesinde. Bu yemyeşil manzaranın yanında Rockfield bir adet Neve marka miksaj konsoluna sahip, ki Opeth’in bu stüdyoyu tercih sebebi bu cihazmış. Ama kısıtlı vakit sebebiyle albümü dijital kaydetmek durumunda kalmışlar. Albümlerini genelde 4 ila 6 hafta arası bir sürede kaydetmeye alışkın olan Opeth için, 13 günde bir albüm kaydetmek oldukça hızlı bir süreç olmuş.
Stüdyodaki kayıt sürecinin sonunda ortaya çıkan ses 70’lerin sıcak ve doğal tonlarını yakalamış. Hatta aradan geçen 40 yıllık teknoloji farkını da hesaba katıp, o tonların bile daha iyisini elde ettiklerini söylüyor Mikael. İçine kısa bir süreliğine kaçan Captain Obvious gittikten sonra kendi fikirleriyle devam ediyor: “Modern tınlayan ağır müzik kayıtlarını beğenmiyorum. Bence birçoğu kulağa insan eseri gibi gelmiyor. Ayrıca yeni metal albümlerini dinlerken insanın hem kendisi hem de kulakları yoruluyor. Halbuki mesela Black Sabbath’ın Heaven and Hell ve Mob Rules albümleri halen daha ferah ve taze bir sese sahip”. Günümüz gruplarına eski usul prodüksiyonla kayıt yapmayı salık veriyor. Mikael’in tavsiyesine uyan müzisyenler bu şekilde daha az masa başı hamlesi uygulayıp, enstrümanlarına daha sıkı sarılacaklar, müzisyenlik kazanacak: “Mükemmel rifler kaydedilip tekrar tekrar uç uca eklenince mevzu insanlıktan çıkıyor”. Ama geçmişte Opeth’in de böyle çalıştığı zamanlar olmuştu, Ghost Reveries ve Watershed kanal kanal detaylı incelendiği vakit gözlemcinin karşısına pür mükemmellik çıkmaktaydı. Önceki albümlerde de bir miktar bu şekilde çalışılmış. Ama mesela Heritage’ın farkı, enstrümanların tek başlarına hatalı, insan gibi çalınması. Bir araya gelip bir bağlam oluşturduklarında bu hatalar kulağı tırmalamıyor, bilakis şenlendiriyor. Pale Communion da Heritage’ın peşinden gittiğine göre, bu yaklaşıma aynen devam edildiği düşünülebilir.
Kağıt kalem
Yeni albüm, bir öncekinden daha melodik, bir miktar daha ağır tonları olan ve biraz daha şizofren olmakla farklılaşıyor. Peki besteler nelere benziyor? Sanırım bu biraz hayal gücümüze kalmış durumda, çünkü Mikael şarkıların yazımı boyunca neredeyse hiç “müzik dinleme mesaisi” yapmamış. Müzik onun için bir fon müziğinden ibaret kalınca da bestelere herhangi bir ilham vermemiş. İstisnalar var tabi ki: 1965 ile 1973 arasında 12 adet albüme imza atan The Byrds grubun gitaristi David Crosby’nin 1971 yılında çıkardığı ilk solo albümü If I Could Only Remember My Name, Mikael’in son zamanlarda en çok hastası olduğu albümlerden birisi. Bununla birlikte progresif rock ve klasik heavy metal gibi tarzlardan genlerine işlemiş gruplar var. Ama bunların etkisi şarkılara fakında olmadan yansımış olmalı. Albümün enstrümantali Goblin ise aynı isme sahip İtalyan progresif rock grubundan esinlenilerek yazılmayı başarabilmiş. Aslında ilginç bir hikayesi var Goblin’in: Opeth’in Mastodon ve Ghost ile birlikte çıktığı bir turnede soundcheck esnasında doğaçlama çalıp hoşlarına giden bir partisyonun sonucunda ortaya çıkmış. Hoşlarına gitmesinin sonucunda sonraki günlerde de çalmışlar kendi aralarında ve bir anda Opeth ekibi hariç, sahne arkasındaki herkes koridorlarda yürürken bu parçanın melodisini mırıldanır olmuş. Gördüğü yoğun ilginin sonucunda kağıt üzerinde derli toplu bir besteye dönüşüp albüme kapağı atmış.
Grupsal meseleler
Heritage albümüne göre kadrodaki tek farklılık, klavye mevkiinde Per Wilberg’in yerine Joakim Svalberg’in geçmesi. Aslında Joakim Heritage’ın açılışındaki parçada klavyenin başına geçmişti zaten, ama sonrasında gruba tamamen katıldı, turnelerde eşlik etti. Kendisi bir heavy metal dinleyici değilmiş, daha çok soul ve hard rock tarzıyla ilgilenirmiş. Mesela hayatında hiç Morbid Angel ve Darkthrone dinlememiş, Opeth elemanları bunları özellikle dinletmek durumunda kalmışlar. Joakim’in buna tepkisi ise sıkkın bir şekilde “Heh, iyiymiş” demek olmuş. Turne otobüsünde herkes içkili bir halde black metal dinlerken Mikael zaman zaman onun haline acıyormuş: “Birileri Joakim’e son Immortal albümünü ya da benzeri şeyleri dinlettiğinde bazen acı çektiğini görebiliyorum”. Ortamlardaki müzik zevki pek uyuşmamasına rağmen stüdyoda grupla oldukça uyumlu. En sevilen özelliği zor beğenir kişiliği ve özeleştiri alışkanlığı. Onun yetersiz bulduğu bir performansı, grup için gani gani yeterli.
Pale Communion’ın çıkışı bir miktar ertelemelerle karşılaştı. İlk başta Haziran ayında, festivallerden önce beklenirken, Roadrunner’ın sebebi meçhul kararıyla 26 Ağustos’a ertelendi. Sadece albüm ertelense yine iyi, Mayıs başında beklenen ilk single Cusp of Eternity de Haziran ayının başına sarktı. Mantıklı sebepler sunulmayan bu ertelemelerle Roadrunner dinleyicilerden oldukça tepki çekti. Bir yandan albüme olan açlığı arttırdı, bir yandan Opeth’in biraz daha konuşulmasını sağladı. Peki bu reklamın kötüsü, dinleyicileri plak şirketi kazanamasın diye albümü almak yerine malum ortamlardan edinmeye sevk eder mi? Bunun cevabı şimdiden bilinmez ama bir Roadrunner dosyası açmakta fayda var, Headbang’in 78 numaralı Ekim 2013 sayısında Max Cavalera, şirketin yöneticilerinden Monte Conner’ın ayrılığından sonra eskisi gibi bir firma olmadığını söylemişti mesela. Onlar da soluğu Conner’ın geçtiği Nuclear Blast’ta aldılar.
Şu anda elimizde sadece Cusp of Eternity şarkısı var. Siz bu satırları okuduğunuz vakitlerde albümü açan Eternal Rains Will Come da yayınlanmış olabilir. Eldeki malzemeye göre distortion efekti bir miktar daha açılmış, daha melodik ve daha akılda kalıcı bölümler içeren bir albümün bizi beklediğini söylemek mümkün. Sonrası, eğer albümün ertelenmesinden etkilenmezse, sonbaharda bir Avrupa turnesi. Belki buralara yine uğrarlar kim bilir? (valla kuşlar bir şey fısıldamadı kulağıma!)
Üçlü kapak
Pale Communion’ın kapağını yine çoğu Opeth albümünde olduğu gibi Travis Smith çiziyor. Müziğin Heritage’ın kaldığı yerden devam etmesi gibi, Smith de bir önceki kapakta yakaladığı çizgiyi devam ettirmiş. Bu çizgide üç adet kompozisyon hazırlamış, üçü birden triptik şeklinde albüm kapağına yerleştirilmiş. Kapakta tarihteki üç isimden Latince alıntılar var: 17. yüzyıldan İsveçli devlet adamı Axel Oxenstierna’nın “Bilmiyor musun evladım, dünyanın ne kadar kısıtlı bir bilgelikle yönetildiğini?” sözü, milattan önceki dönemden Romalı oyun yazarı Terentius’un “Bugünlerde arkadaşlıklar yapmacıklı övgülerle kazanılıyor, gerçeklik nefreti doğuruyor” cümlesi ve miladın daha birinci yüzyılında yaşamış olan Romalı şair Martialis’in “Etrafında şahit bulunmaksızın yas tutan, gerçekten yas tutuyordur” vecizesi. Mikael’in belirttiğine göre maksat Orta Çağı andıracak bir kapak yapmakmış. Görünüşe göre başarılmış. Kapakta sol taraftan gelen ışığın sembolizmi ise bir sonraki Opeth ya da Travis Smith röportajında yeri ayırtılması gereken bir soru.