Cem Karaca: Fötr Şapkalı, Kara Gözlüklü Kahraman
Türkiye’de rock müziğin sacayaklarından bir tanesi halen daha hatırımızda: Devlet nezdinde en sabık, solcu düşünürlerin dilinde en tartışmalı, müzikseverlerin kulağında en kahraman, frekans aralığında ise en güçlü sesi, Cem Karaca’yı Kökler’de anlatıyoruz.
Süper güçler
70’lerin süper kahramanlarını hatırlayın: Barış Manço kulisten sahneye üzerinde görkemli kaftan kostümüyle çıktığında, herhangi bir popüler müzisyen tarafından ajitasyon malzemesi olarak kullanılmaya müsait acıklı bir türküyü, batılı müzik altyapısıyla bir anda saykodelik ve melankolik bir modern klasiğe çevirip halk ozanı büyüsünü kentlere taşıyabiliyordu. Erkin Koray’ın esas süper gücü beyaz Gibson gitarının kablosundan yayılıyor, kültürler ve coğrafyalar arası sınır tanımaksızın barış ve özgürlük için distortion efektli çığlıklarla sahneyi basıyordu. Cem Karaca’nın alamet-i farikası ise biraz daha katılımcıydı. Grevlerin gözlendiği mekanlarda, emekçi sloganların pankart ve gırtlakları şereflendirdiği miting alanlarında, hak arama mücadelelerinde manevi gücün önemli bir kısmı Cem Karaca şarkılarından geliyordu.
Cem Karaca’nın sesi çok güçlüydü. O denli bir güç ki, enstrümanların sınırlarının zorlanmasına lüzum bırakmazdı. “Nem Kaldı” şarkısı bunun en net örneği: Öylesi sert ve ritmik bir beste, orkestranın gücünü idareli kullandığı, hakkının vokallerle verildiği bir kayda sahip oldu. Bu sesin kuvvetinden suali olanlara “Nerdesin?” sorusu ile karşılık verildi; aynı isimdeki şarkıda Cem Karaca sahneye 9.8 şiddetinde bir vokal performansıyla giriş yapıyordu. Tabi az evvel “sınırları zorlamadılar” dedik diye enstrümanların geri planda kaldığını kastetmedik. Özellikle Ferdy Klein Orkestrası’nın eşlik ettiği “Oy Bana Bana”, “Zeyno”, “Oy Babo” ve “Resimdeki Gözyaşları” gibi şarkılar döneminin en zengin Türkçe popüler müzik orkestrasyonlarından birkaçını oluşturdular. Ama Cem Karaca’nın 70’lerde süper kahraman gibi olmasında da, 80’ler ve 90’larda bazı hareketlerinin haddinden fazla tepki toplamasında da 1979 yılında Almanya’ya taşınana değin benimsediği sol söylemin payı, müzisyenlik ve bestekarlığından çok daha fazlaydı. Seslendirdiği şarkıların çoğu Nazım Hikmet gibi şairlerin şiirlerinden, Aşık Mahzuni Şerif gibi halk ozanlarının türkülerinden gelmekteydi ama Karaca nasıl kendi yazdıklarında keskin bir dili benimsediyse, Anadolu kültüründen seçip sepetinde topladığı eserlerin dilinin de keskin olmasına özen gösteriyordu. Böylece söyleminde arkasını sağlama alıyor, on yıllar önce yaşanan problemlerin aynen o günlerde de devam ettiği gerçeğine dayanarak kendisi de sömürü düzenine karşı sözler üretebiliyordu. Sesinin gücü bu noktada önemli işlevler kazanmıştı. Örneğin, Ahmed Arif’in şiirinden bestelediği “Adiloş Bebe” şarkısının meşhur bölümünde (“Bunlar engerekler ve çıyanlardır / Bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır / Tanı bunları, tanı da büyü”) dinleyicinin epik duygularla, sömürgen zenginlere karşı mücadele isteğiyle dolmasında Diyarbakırlı ozanın tecrübeyle sabit hakiki tabirlerinin yanında, Cem Karaca’nın o kudretli sesinin yükselmesinin çok büyük rolü var. 70’lerin ikinci yarısına doğru Türkiye’de sağ-sol çatışmalarının şiddetlenmesiyle Cem Karaca şarkılarında da slogan mesajlar artmaya başladı. Bu gidişatın zirvesi, o zamanki grubu Dervişan ile kaydettiği son plak oldu. İçerisindeki şarkıların isimleri, emekçilere olduğu kadar zenginlere de her şeyi açıkça anlatıyordu: “1 Mayıs” ve “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini”.
Kişisel gelişim
Cem Karaca 5 Nisan 1945 tarihinde doğdu. Büyüdüğü ortamın kültürel zenginliği gıpta edilecek cinstendi: Azeri kökenli babası Mehmet Karaca ve Ermeni kökenli annesi Toto Karaca’nın ikisi de tiyatro sanatçısıydı ve o yıllarda Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi kültüründen insanların birlikte yaşadıkları Bakırköy’de hayatlarını sürdürüyorlardı. Robert Koleji’nde batı kültürüyle, dolayısıyla dönemin yükselen gençlik tınısı rock’n’roll ile tanıştı. 1960’ların ilk yarısında ilk grupları Dinamitler, Bekledikleriniz ve Jaguarlar ile sahnelere çıkıp taze klasikleşmiş rock’n’roll şarkılarını yorumladı. Düzenli program yapmaya başladığında babasının müzisyenliğe muhalefetiyle karşılaştı. Babası, civardan adam tutup Cem Karaca’nın konserlerini sabote ettiriyor, “Al şu parayı müziği bırak” gibi teklifleri aracılarıyla sahne önünde iletiyordu. Karaca’nın kararlılığı, annesinin de desteğini alarak babasının engellemelerini aşıyor, Karaca’yı ilk müzikal zaferine ulaştırıyordu.
1965 ve 1966 yılları askeriyede geçti. O güne kadar katıksız bir batı müziği sempatizanı olan Cem Karaca, Antakya’da geçen ilk büyük hasret günlerinde Anadolu’dan sesler ile kendini buldu. Keşfetti ki, gönlünün frekansına Amerikalı sallan-yuvarlan kralları değil, Anadolu’nun eli saz tutan dertlileri eşlik edebiliyordu. Bunun üzerine dönüşte katıldığı Apaşlar grubuyla kaydettiği ilk şarkı, Erzurumlu Emrah’ın şiirine bestelenen “Emrah” şarkısıydı. Bu şarkıyla katıldıkları Hürriyet Gazetesi Altın Mikrofon yarışmasında ikinci oldular, üstelik öbür yüze “Karacaoğlan” şarkısını kaydederek ilk 45’liklerini yayınladılar. Aynı sene, 1967’de Sayan Plak’tan üç adet dörder şarkılık EP yayınlayan topluluğun “Ümit Tarlaları” adlı şarkısı dikkate değerdi, çünkü sözleri Cem Karaca’nın takip edeceği politik yönü işaret ediyordu.
Orkestral günler
Ertesi sene Almanya’ya 15 günlüğüne seyahat ettiler, ancak hesaplar tutmayıp geri dönemeyince seyahatleri 6 ay uzadı. Bu süre içerisinde Ferdy Klein Orkestrası ile tanışan Apaşlar, 3 yıl sürecek bir müzikal ortaklığın fırsatını yakaladılar. Almanya’da Türkofon adlı plak şirketiyle anlaştılar. Yayınlanan 45’lik açısından oldukça verimli bir 1968’in ardından Apaşlar’ın lideri Mehmet Soyarslan ile Cem Karaca’nın arasında uyumsuzluklar başladı. Aralarındaki sözleşme sebebiyle beraber çalmaya devam eden Cem Karaca ve Apaşlar, 1969’un sonundaki “Bu Son Olsun” 45’liği ile ayrılıklarını kamuoyuna duyurdu. Soyarslan ilerleyen dönemde müzikle pek fazla ilgilenmedi, sinema alanına geçti, yapımcı oldu (yıllar sonra Kahpe Bizans filminde Karaca ile beraber çalıştı). Cem Karaca ise bir süre daha Almanya’da kaldı, Türkofon’un direktörlüğünü üstlendi, Bunalımlar’ın “Taş Var Köpek Yok” kaydının sonunda stüdyoyu bastı, Ferdy Klein Orkestrası ile birlikte aralarında “Emmioğlu / O Leyli”, “Kendim Ettim Kendim Buldum / Erenler” kayıtlarının da bulunduğu dört 45’lik daha yayınladı. Türkiye’ye döndüğünde yeni bir grup kurmanın vakti gelmişti.
Çalışma arkadaşları
Ayrılık sonrası kısa sürede dağılan Apaşlar’dan Seyhan Karabay ve Leon Habib ile birlikte Kardaşlar grubunu kurdu Cem Karaca. 1970’in sonlarından itibaren yaklaşık 2-3 yıl kadar birlikte çalışacak olan grup “Dadaloğlu”, “Oy Gülüm Oy”, “Lümüne” ve “Kara Üzüm” gibi klasik şarkıları kaydetti. Kardaşlar ve Cem Karaca’nın yolları ayırması, yine Apaşlar’daki duruma benzer bir şekilde gelişti. Seyhan Karabay ile anlaşamama durumu neticesinde, tam da o sıralar en çok Dadaşlar grubu ile tanıdığımız Ersen Dinleten, mikrofonunda bulunduğu Moğollar ile anlaşamamaktaydı. 1972 yılında böylece Anadolu popun en büyük takaslarından biri gerçekleşti: Ersen Kardaşlar’ın tarafında geçerken, Cem Karaca ise Murat Ses’ten bu yana güçlü bir vokalist arayışı içerisinde olan Moğollar ile bir oluyordu. Yaklaşık 2 yıl sürecek olan bu birliktelik az sayıda yayınladığı 45’liklerde “Obur Dünya” ve “Namus Belası” gibi en bilinen Cem Karaca şarkılarını içerirken, iki tarafın da köklü müzikal geçmişi sayesinde oldukça zengin bir konser repertuarına sahip oldu.
Cem Karaca’nın Moğollar’dan sonraki durağı 1974 yılında Dervişan grubu oldu. Beraber çalıştıkları yaklaşık 3 yıl boyunca sayısız eleman değişikliği geçiren grupta farklı zamanlarda Taner Öngür, Kılıç Danışman, Sefa Ulaştır, Uğur Dikmen gibi dönemin aktif ve isim yapmış müzisyenleri de çalışmalara katıldı. Dervişan günleri Cem Karaca’nın politik anlamda dozu en fazla arttırdığı döneme de denk geliyordu. “Tamirci Çırağı” ve “Parka” gibi sembolleşmiş şarkılar bu dönemde kaydedildi. Geçmişteki toplama albümleri saymazsak, ilk Cem Karaca albümü “Yoksulluk Kader Olamaz” 1977 yılında bir manifesto gibi yayınlandı. Yazının başında değindiğimiz “1 Mayıs” marşı da tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen saldırının gerçekleştiği 1977’de Gönül Plak tarafından basıldı. Bu denli bir politikleşmeyi kaldıramayan Dervişan ile Cem Karaca birlikte çalışmaya son verdi. Cem Karaca’nın 70’lerdeki son grubu Edirdahan oldu, 1978’de A yüzünde 18 dakikalık rock opera tadında “Safinaz” şarkısının bulunduğu plağı kaydettiler.
Alamanya garibi
1979 yılında Cem Karaca Londra’da bulunan, 60’lar ve 70’lerin müzik mabedi sayılan Rainbow Theatre’da konser verme başarısını gösterdi. Sonrasında Selda ile uzun bir Hollanda ve Almanya turnesine çıkıp bir süre Köln’e yerleşti. Burada Türküola firmasıyla anlaşırken, bir yandan Türkiye’den buraya yerleşmiş işçilerin yaşadıkları tecrübeleri gözlemleyerek bir sonraki albümü “Hasret”in içeriğini oluşturdu. Yılın sonlarında Türkiye’ye dönüp Uğur Dikmen ile stüdyoya girdi, Ocak 1980’de albümün çalışmaları bitince kontrolden çıkan bölünmüş sol gruplardan uzak kalmak adına yeniden Almanya’ya yerleşti. Bu gidiş farkında olmadan 7 yıl sürecek sürgün hayatını başlatan hamle oldu. “1 Mayıs” plağı sebebiyle hakkında dava açılıp hapis cezası istenirken, üzerine gelen 12 Eylül darbesi, aranan adam olduğu dönemde Cem Karaca’ya dönüş yolunu mantıken kapattı. “Yurda dön” çağrısına uymak demek, gardiyanlara ve işkencecilere “Merhaba” demekti. Bu çağrıları cevapsız bırakan Cem Karaca 1983 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı. Babasının cenazesine katılamayan, oğlunu 3 yaşından 11 yaşına kadar göremeyen Karaca bir tek annesinin ziyaretleriyle avunuyordu. Bu dönemde Toto Karaca’nın aktif destekleriyle bir müzikal proje üzerinde çalıştılar. Ayrıca oradaki müzisyen arkadaşı Fehiman Uğurdemir ile birlikte “Bekle Beni” (1982) ve Almanca söylediği “Die Kanaken” (1984) albümleriyle işlerine devam etti.
“Döndüm işte oh be”
Sürgün hayatı, dönemin başbakanı Turgut Özal ile görüşmesi üzerine başlayan sürecin sonunda, 1987 yılında sona erdi. Şaşkınlık içerisinde adım attığı havaalanında başta annesi ve oğlu olmak üzere sevenleri karşılamaya gelmişti. Ancak Türkiye’ye dönüş şekli sol çevreler arasında büyük tepkilere ve tartışmalara yol açmıştı. Kendisine “dönek” diyenlerin ardı arkası kesilmiyor, sol görüşlü eski dinleyicilerini kaybediyor, sağ görüşlülere zaten ulaşamıyordu. Yine de Cem Karaca, eskisi kadar güçlü olmasa da çizgisini fazla bozmadan “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” (1987) ve “Töre” (1988) gibi albümler yapmayı başardı. Sonrasında Uğur Dikmen ve Cahit Berkay ile uzun süreli bir ortaklık içerisine girerek 90’ları “Yiyin Efendiler” (1990), “Nerede Kalmıştık” (1992) ve “Bindik Bir Alamete…” (1999) albümleriyle geçti. Özellikle son albümde üçlüye Engin Yörükoğlu ve Ahmet Güvenç’in eşlik etmesi dikkate değerdi. Barış Manço’yu kaybeden Kurtalan Ekspres ile 2001’de sahnelere çıktı. 8 Şubat 2004’teki vefatına kadar bar programlarında bile olsa sahnelerden uzak kalmadı. Stüdyoda seslendirdiği son şarkı “Hayvan Terli” oldu.
59 yaşında biten yaşam öyküsü bizim için çok kısa. 80’lerdeki sürgün hayatı, dönüşünde bitmek bilmeyen tepkiler, dedikoducu bir basın ve toplumun varlığı eminim ki ömründen pek çok yıl götürdü. Bugün üyeleri ondan sadece birkaç yıl sonra doğmuş yabancı hard rock ve heavy metal gruplarının son turnelerini açıklamaları beklenirken, Cem Karaca daha 1990’da Engin Ardıç’a karşı heavy metal dinleyicilerini şöyle savunuyordu: “Metalci kardeşlerime, kafadan söylüyorum, yaşım 45 değil de 20’lerde olsaydı en sert çalanınızın şarkıcısı olurdum”. Ama hayatın yükü ne olursa olsun, sahneye adım attığında o çok iyi koruduğu sesiyle, başında fötr şapkası, gözünde kara gözlükleri, zaman zaman sakalların eşlik ettiği bıyığı ve cılız ama kararlı yapısıyla, hiç değişmeyen zamansız bir kahramana dönüşüyordu. Ve bu canlı portre, zihnimizdeki Cem Karaca görüntüsü olmaya her daim devam edecek.
Karaca & Moğollar, Vol. 2
Cem Karaca’nın müzikal mirasını bugünlere taşımakta en büyük yetki, 1976 doğumlu oğlu Emrah Karaca’ya ait. Genç yaşlardan itibaren kendini müzisyenlikte yetiştiren Emrah Karaca’nın ilk kayıtlara geçen işi, “Bindik Bir Alamete…” albümünde babasıyla beraber yaptığı beste çalışmalarıydı. Şarkı söyleme konusunda da babasının izinden giden Emrah Karaca’nın “Emrah” şarkısına gerçekleştirdiği bir performansı o dönemde yayınlanan Bir Yudum İnsan belgeselinde kayda alınmıştı. 2000’lerin büyük bir bölümünde müzik sunma açısından pek aktiflik içinde olmadı, ta ki 2008’de Moğollar’a vokalist olarak katılana değin. Grubun şu an için son albümü olan 2009 tarihli “Umut Yolunu Bulur”da vokalleri üstlendi. Böylece aynen babası gibi, arkada Cahit Berkay ve Taner Öngür’ün çaldığı şarkılara eşlik etme şansına erişirken, 2010’da kaybettiğimiz Engin Yörükoğlu ile Moğollar çatısı altında çalışarak Cem Karaca’nın 70’lerde ıskaladığı bir bileşimi yakalamış oldu. Emrah Karaca bugün Moğollar konserlerinde Anadolu pop bayrağını taşımaya devam ediyor…