The Devil’s Anvil: Çölden gelen esrarengiz ses
Albüm sahibi gruplar arasında, bir buçuk yılı geçmeyen kariyeriyle muhtemelen en kısa öyküye sahip olan The Devil’s Anvil, Doğu Akdeniz’in geleneksel Arapça, Yunanca ve Türkçe bestelerini hard rock ile buluşturup müzik tarihine unutulmaz, bir o kadar da esrarengiz bir çentik attı. Ud, buzuki ve darbuka eşliğinde “Hard Rock From the Middle East” albümünün 49’uncu yılını kutluyoruz.
Sene, 66… Felix Pappalardi’nin henüz Cream’in prodüktörü ve Mountain’ın basçısı olarak isim yapmadığı günlerde, MacDougal Street’in önemli mekanlarından Cafe Feenjon’da dört kişilik bir grup çok uzaklardan gelen bir müziği icra eder olmuştu. Bir gün Pappalardi, Manhattan’daki evi sayılan Greenwich Village mahallesinde aylak aylak dolaşırken, yolu Feenjon’a düştüğünde şaşkınlığını önleyemedi. Steve Knight’ın elindeki buzuki, Eliezer Adoram’ın elindeki akordeon ve Kareem Issaq’ın elindeki ud, adeta Ege ve Akdeniz etrafındaki kara parçalarından New York’un göbeğine bir geçit açmıştı. Pappalardi ve Knight bir anda çok iyi anlaştılar ve bu anlaşma grubun dinamosu haline geldi. Bu ikilinin haricinde, Adoram ile Issaq’ın dışında gitarist Jerry Sappir’in de bulunduğu grup, Pappalardi’nin çevresi sayesinde Columbia Records ile anlaşmayı başarırken, 1967 yılının yaz aylarına doğru ilk albüm için geri saymaya başladı. Daha bir yıl önce bar programında tutunmaya çalışırken yaşadıkları sıçrama dikkate şayandı.
Aynı günlerde Orta Doğu yine sıcak günler yaşamaktaydı. İsrail, komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye ile yine kavgalı olmuş, karşısına neredeyse bütün Arap dünyasını aldığı, tarihe “Altı Gün Savaşı” olarak geçecek savaş patlak vermişti. Savaşın yankısı Batı ülkelerine kadar güçlü bir şekilde geldi. Ama çoktan o ilginç albüm, Avrupa’ya kıyasla pek muhafazakar olan Amerikan toplumunun müzik marketlerindeki yerini almıştı: Mısır piramitlerinin önünde biri tipik Arap kıyafetli dört adam, dev puntolarla “The Devil’s Anvil” (Şeytanın Örsü), altında ise “Hard Rock From the Middle East” yazısı. Kapağın arkasını çevirince, şarkı isimlerinin yarısından fazlası Arapça. Radyoların bu savaş günlerinde çalmayı reddetmesi için tamamen geçerli (!) bir sebep. The Devil’s Anvil şarkıları radyoda çalınmayınca plaklar da düşük satış rakamlarında kaldı, grup devam edemeyip dağıldı. Pappalardi ve Knight dışındaki elemanlar müzikten kopup kayıplara karıştı. Pappalardi 1983’te karısı tarafından öldürüldü. Albümün kült değeri bu esrarlı bilançonun da etkisiyle yıllar içinde katlanarak artmışken, Knight’ın da 2013’te aramızdan ayrılması hikayeyi tümüyle sona erdirdi.
Albüm çıktığı günden bugüne geçen 49 yıl boyunca dinleyenler için bir hazine, harekete geçirici ve dönüştürücü bir kaynak oldu. Bunun bize en yakın örneği, aynı yıllarda benzer bir tarza yönelen Erkin Koray’ın seslendirdiği üç tane şarkının Arapça hallerinin bu albümde yer alması. Şarkılarda elektrogitar ve doğulu telliler hiyerarşik olarak eşit, hatta “Selim Alai” şarkısında olduğu gibi bazen udun şarkının en zirve noktasında soloya çıktığına şahit olmak mümkün. Bence bu albümün en önemli özelliği, işin içine doğulu enstrümanlar ve makamlar girdiği zaman hemen oturuş-kalkışlarını değiştiren rock müzisyenlerinin aksine, özünde halen daha “suratının tam ortasına” usulünden hard rock çalıyor olması. Özellikle ilk yarıdaki “Wala Dai”, “Karkadon”, “Selim Alai” ve “Besaha” gibi şarkıların niteliği böyleyken, Mısırlı ud virtüözü Ferit El Atraş imzası taşıyan “Isme” epik bir balad şeklini alıyor. Böyle değerlendirildiğinde The Devil’s Anvil, kulaklarını sert müziğe alıştırmış dinleyicilere, dünya müziğine açılmalarında en çok yardımcı olacak isimlerin başında gelmekte.
Daha Fazlası: John Berberian
The Devil’s Anvil sayesinde özellikle ud sesine aşık olduktan sonra, zamanında benzer stillerde çalan oldu mu diye araştırmaya başladım. Internet beni John Berberian’a ulaştırdı. 1941 doğumlu, Ermeni asıllı New Yorklu ud virtüözü Berberian 60’lı ve 70’li yıllarda enstrümanını konuşturduğu albümler yayınlamış. Beni esas ilgilendiren, 1969’da The Rock East Ensemble topluluğuyla birlikte kaydettiği “Middle Eastern Rock” albümüydü. Ud ve fuzz gitarın kapıştığı ilk şarkısını duyduğumda “İşte tam olarak bu!” dediğimi hatırlıyorum. 7 şarkıdan oluşan albümde bu kapışmaya ek olarak “Chem-oo-Chem” adlı Ermeni türküsü ve ismi pek tanıdık “Iron Maiden” parçası en akılda kalıcı şarkılar.